
- •1) Müslüman olmak.
- •2) Buluğa ermiş olmak.
- •3) Akıllı olmak
- •4) Hür olmak
- •5) Haccın farz olduğunu bilmek.
- •6) Haccın meydana geleceği bir vaktin bulunması.
- •1) Sağlıklı olmak:
- •2) Haccın edasına hissi bir engelin bulunmaması
- •3) Yol emniyeti
- •4) Bulunduğu yer ile Mekke arasında Seferi mesafe olması durumunda kadının yanında eşinin veya mahreminin bulunması.
- •İhrama nasıl girilir?
- •İhram Yasakları
- •İhramlıya Yasak olup Haccı Bozan Şey
- •Vacip Oluşu
- •Vucup Şartları
- •İhsarın Hükmü
- •İhramdan Çıkmanın Caiz olması
- •İhramdan Çıkmanın Hükmü
- •İhramdan Çıkmanın Caiz Oluşu
- •İhsarın Ortadan Kalkmasının Hükmü
- •İfrat haccinin yapilişi
- •İhrama girince şu fiillerden kaçınır.
- •Vekaletin Caiz Olma Şartları
- •Vekil ne ile vekalete muhalefet etmiş olur. Ve muhalefet ettiği zaman hükmü.
İhramlıya Yasak olup Haccı Bozan Şey
İhramlıya yasak olup haccı bozan şey cinsel ilişkidir. Sahabeden bir cemaat (Radıyallâhu anhum)'den "hanımına, her ikisi ihramlıyken cinsel ilişkide bulunan koca hakkında" şöyle demişlerdir.
مَضَيَا فِى اِحْرَامِهِمَا وَعَلَيْهِمَا هَدْيٌ وَيَقْضِيَانِ مِنْ قَابِلٍ
"İhramlarına devam etsinler, bir hedy onlara vaciptir ve gelen sene hacclarını kaza etsinler" (Bedayi)
Ayrıca cinsel ilişki faydalanmada son noktadır, o halde ihrama karşı işlenen cinayet (suç)'te de son noktadır. Bu yüzden ifsat eder. (bozar)
Haccı bozan cinsi ilişkide iki şart aranır.
1) Cinsi ilişkinin cinsi organ yoluyla olması. Hatta cinsi organ dışında başka bir noktadan ilişkide bulunsa veya şehvetle dokunsa, öpse ya da çıplak vaziyette beden temasında bulunsa yukarıda beyan ettiğimiz gibi meni gelsin ya da gelmesin haccı bozulmaz, ancak keffaret (ceza) gerekir. Çünkü kasdedilen bir faydalanma bulunmuştur.
Haram olmakla birlikte ihramlının hanımını arka yoldan ilişki kurması durumunda, Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rahimehumellah)'in asıllarına göre hac fasit olur(bozulur) çünkü bu fiilde cima (ön yoldan ilişkide bulunma) manasındadır. O kadar ki, yabancı bir kadınla arkadan ilişkide bulunması durumunda zina cezası uygulanır. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'den bu hususta iki rivayet vardır. Bir rivayette haccı ifsad eder. (bozar) Çünkü bu, şehveti gidermede ön yoldan ilişkide bulunmak gibidir. Meni gelmese de gusletmeyi gerektirir. Başka bir rivayette tam bir faydalanma olmayacağından haccı ifsad etmez. (bozmaz) Çünkü mahallin kötü olmasından dolayı şehveti giderme noksan olmuştur. Bu yüzden cinsi yoldan başka bir yere cinsi ilişkide bulunmaya benzemiştir. O halde haccı bozmaz. Keffareti (cezayı) gerektirir. Bundan dolayı İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh) had (zina cezasını uygulamak) vacip olmaz demiştir.
2) Bu cinsi ilişkinin Arafat'ta vakfeden önce olması lazım gelir. Arafat'ta vakfeden sonra böyle bir ilişkide bulunursa haccı bozulmaz.
İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh)'ye göre, Arafat'ta vakfeden önce de sonra da böyle bir ilişki haccı bozar. Çünkü cinsel ilişki haccı bozan olarak bilinmektedir. Çünkü o, ihramı bozar. İhram ise Arafat'ta vakfe'den sonra devam etmektedir. Çünkü haccın rüknü olan ziyaret tavafı durmaktadır. İhramsız bir halde iken rüknün devam etmesi tasavvur edilemez. O halde Arafat'ta vakfe'den önce durum ne ise sonra da durum odur.
Bizim delilimiz: Haccın asıl rüknü "Arafat'ta vakfe"dir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اَلْحَجُّ عَرَفَةُ فَمَنْ وَقَفَ بِعَرَفَةَ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ
"Hac Arafattır. Kim Arafatta vakfe yaparsa haccı tamam olur." (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) "Arafat'ta vakfe" ile haccın tamam olduğunu haber vermiştir. Malumdur ki, buradaki "tamam"dan murad "noksanın zıddı" olan tamam değildir. Çünkü bu, "Arafat'ta vakfe"nin kendisiyle sabit olmaz. (ziyaret tavafı da gereklidir) Böylece bilinmiş oldu ki, buradaki "tamam"dan kasdedilen haccın bozulması ve kaçması ihtimalinden çıkmaktır. Ayrıca "Arafat'ta vakfe" var oluş ve sıhhat bakımından müstakil bir rükundur, onun varlığı ve sıhhati başka bir rükne dayanmaz. Var olan ve sıhhat üzere geçen şey batıl olmaz. Ancak ondan dönmekle batıl olur ki, o da burada mevcut değildir. Geçen bozulmayınca kalan da bozuşmaz, çünkü bunun fesadı onun fesadıyladır. Fakat bir bedene (deve kurban etmek) lazım gelir.
Cinsi ilişki sebebiyle haccın bozulmasında erkek ve kadın müsavidir. Çünkü haccın bozulmasını gerektiren manada eşittirler. Haccı bozmayı gerektiren cinsi ilişkide bulunanın buna kasden yapması, hatayla yapması, hatırında olarak veya unutarak yapması hükmü değiştirmez. Hac bozulur. İmam-ı Şafiî hata ve unutma ile yapılan cinsi ilişki haccı bozmaz demiştir. Cinsi ilişki hususunda isteyerek yapanla tehdit altında yapan müsavidir. Çünkü tehdit yasağı kaldırmaz şayet kadın kocası tarafından cinsi ilişkiye zorlanır da ilişkide bulunursa, kendisine lazım gelen ceza için kocasına müracaat edemez. Cezayı kendisinin ödemesi lazımdır. Çünkü ilişki ile onun içinde bir faydalanma olmuştur.
Şartları Dahilinde Haccı Bozan Cinsi İlişkinin Hükmü
Hanefilere göre haccı bozan cinsi ilişkiyle, bir koyun kesmek vacip olur. Şafiî (Rahimehullâh)'ye göre ise bedene (bir deve) kesmek gerektirir. Çünkü cinayet (suç) çok ağırdır. Arafat'ta vakfeden önceki bu cinayet (suç) Arafat'ta vakfeden sonraki cinayetten (cinsi ilişkiden) daha ağırdır. Çünkü Arafat'ta vakfeden önceki cinsi ilişki (cinayet - suç) mutlak ihramdayken bulunmuştur. Çünkü haccın iki ruknu (Arafat'ta vakea ve ziyaret tavafı) durmaktadır. Arafat'ta vakfe'den sonra ise ancak bir rukun (ziyaret tavafı ) kalmıştır. Vakfe'den sonra "bedene" (bir deve kesmek) vacip olunca elbette vakfe'den önce bir "bedene" (deve kesmek) vacip olması evladır.
Bizim delilimiz: İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh)'dan rivayet edilmiştir ki:
اَلْبَدَنَةُ فِى الْحَجِّ فِى مَوْضِعَيْنِ اَحَدُهُمَا اِذَا طَافَ لِلزِّيَارَةِ جُنُبًا وَرَجَعَ اِلَى اَهْلِهِ وَلَمْ يَعُدْ وَالثَّانِى اِذَا جَامَعَ بَعْدَ الْوُقُوفِ
"Hac'da"bedene" iki yerdedir. Birinci, ziyaret tavafını cunup olarak yaptığı ve ehline gidip geri dönmediği zaman ikincisi, Arafatta vakfeden sonra cinsi ilişkide bulunduğu zaman" (Bedayî)
Sahabeden bir cemaat (Radıyallâhu Anhum) tan rivayet etmiştik ki ihramlı olarak cinsi ilişkide bulunan karı-kocadan herbirine ceza olarak bir "hedy" vardır. "Hedy" ifadesi her ne kadar koyun, deve ve sığır üzerine vakî oluyorsada, koyun en düşük olanıdır. En düşük olan ise kesindir. O halde "hedy"yi koyuna hamletmek evladır. Şununla beraber ki Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) "hedy" den sual edilince şöyle demiştir.
اَدْنَاهَا شَاةٌ
"Hedy'in ednası (en düşüğü) bir koyundur." (Bedayî) Bu hedy cezasında deve veya sığırda bir hisse olmak yeterlidir. Çünkü rivayet edilmiştir ki.
اَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ص اَشْرَكَ بَيْنَ اَصْحَابِهِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ فِى الْبُدُنِ عَامَ الْحُدَيْبِيَةِ فَذَبَحُوا الْبَدَنَةَ عَنْ سَبْعَةٍ وَالْبَقَرَةَ عَنْ سَبْعَةٍ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye senesinde develerde ashabını ortak etmiş, onlar da bir deveyi yedi kişi yerine bir sığırıda yedi kişi yerine kesmişlerdir. (Bedayî)
Şafii (Rahimehullâh)'nin Arafat'ta vakfeden önceye dair yaptığı kıyas doğru değildir. Çünkü Arafat'ta vakfeden önceki cinayet (cinsi ilişki) Arafat'ta vakfeden sonra yaptığı cinayet (cinsi ilişki) den daha hafiftir. Çinkü Arafat'ta vakfeden önceki cinsi ilişki haccı kaza etmeyi gerektirir. Zira bu ilişki haccı bozmuştur. Kaza ise kaçanın halefidir. O halde cinayet manası telafi edilir ve cinayet hafifler. Bu da cezanın noksan olmasını gerektirir. Arafat'ta vakfe'den sonra ise hac fasit olmaz. (bozulmaz) Kaza gerekmez. Bu durumda cinayetin (suçun) telafi edileceği şey bulunmaz ve cinayet, "ağırlaştırılmış suç" olarak kalır. Cezasıda "bedene" (bir deve kurban etmek) olur.
Arafat'ta vakfeden önce cinsi ilişkide bulunmakla bozulan haccın kazası vaciptir. Çünkü Sahabi (Radıyallâhü Anhum) bu hususta şöyle demiştir:
يَقْضِيَانِهِ مِنْ قَابِلٍ
"Gelecek sene onu kaza ederler."
Çünkü bu kişi emrolunduğu haccı, emrolunduğu gibi yerine getirmemiştir. Zira o, cinsi ilişkisiz bir hac ile emrolunmuştur. Onu yerine getiremedi ve bu hac onun zimmetinde kaldı. O halde zimmetini bir an önce boşaltması gerekir. Bu da gelen sene yapılması ile olur. Umre yapması gerekmez. Çünkü haccı kaçırmamıştır. Göremezmisin ki, ondan haccın fiilleri düşmez. Bu Muhsar (haccı engelleme) buna aykırıdır. Çünkü o, "hedy"in Harem'de kesilmesi ile ihramdan çıkar, hem haccını kaza etmesi hemde umre yapması gerekir, Haccını kaza etmesinin gerekliliği açıktır. (çünkü onu yapamamıştır) Umre kazasına gelince; o, bu sene haccı kaçırdığından dolayıdır.
Hacc'ı kıran yapan bir kimse hanımına cinsi ilişkide bulunursa bakılır; eğer bu ilişki Arafat'ta vakfeder ve umre tavafından önce olursa veya umre tavafının yedi turundan çoğunu yapmazdan önce olursa hem umresi hem haccı fasit olur (bozulur) ve iki "dem" (iki koyun kurban etmek) vacip olur. Biri hac için biri umre için. Bozduğu bu hac ve umreye devam etmeside ona vaciptir. Hac ve umrenin bozulmasıyla kıran haccı yaptığından dolayı şükür olarak vacip olan "dem" (bır koyun kurban etmek) düşer. Onu kesmesi gerekmez. Umresinin vasit oluşu, tavaftan önce cinsi ilişkide bulunduğundan dolayıdır. Zira bu umreyi bozar. Tıpkı sadece umre yaptığı zamandaki gibi. Haccın fasit olması ise, Arafat'ta vakfeden önce cinsi ilişkide bulunduğu içindir. Zira bu haccı bozar. Tıpkı sadece hac yaptığı zamandaki gibi. İki kurbanın vacip olmasına gelince; malum olduğu üzere kıran haccı yapan bize göre iki ihrama (hac ve umre ihramlarına) girmiştir. Bu yüzden cinsi ilişki iki ihrama karşı yapılan bir cinayet (suç) olarak vakî olmuş ve bu iki ibadette (hac-umre) bir noksanlık meydana getirmiştir. Öyle ise iki keffaret (ceza) gerektirir.
Hac ve umreyi bozduktan sonra bunlara devam etmenin vacip olması, ihramın lazım bir akit olmasından dolayıdır. Hac ve umrenin kazanın vacip olması, onları bozmasından dolayıdır. O halde bozduğu umrenin yerine bir umre, hac yerine de bir hac yapması gerekir.
Kıran kurbanının düşmesi, hac ve umreyi bozmasından dolayıdır. Kural şudur: Kıran haccı yapan, haccını ve umresi veya bu ikisinden birini bozduğu zaman, kıran haccı kurbanı ondan düşer. Çünkü onun (kıran haccının kurbanını) vacip olması, iki ibadet (hac-umre)'in cemetmek nimetine şükür olsun diye idi. Hac ve umrenin veya ikisinden birinin fasit olmasıyla (bozulmasıyla) iki ibadeti cemetme nimeti ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla şükretmekde düşmüştür.
Kıran haccı yapan umre için tavaf ettikten sonra veya umre tavafının yedi turunda çoğu olan dört turdan sonra yahut Arafat'ta vakfeden önce umre için tavaf edip sây ettikten sonra hanımıyla cinsi ilişkide bulunursa haccı fasit olur (bozulur) umresi ise bozulmaz.
Haccın fasit oluşu, Arafat'ta vakfeden önce, cinsi ilişkide bulunduğu içindir. Umrenin bozulmaması ise cinsi ilişkinin umrenin ruknü olan tavaftan sonra olması sebebiyledir. O halde bu ilişki umrenin fesadını gerektirmez. Sadece umre yapma durumunda olduğu gibi. Sadece haccı bozulsada ceza olarak iki "dem" gerekir. Biri, cisni ilişkiden dolayı hac fasit olduğu için diğeri, bu cinsi ilişki umre ihramındayken meydana geldiği için. Çünkü umre tavafını yaptıktan sonra ihramı hala devam etmektedir. Hac ve umreye devam etmesi ve onları tamamlaması üzerine vaciptir. Gelecek sene haccı kaza etmeside ona vaciptir. Umreyi değil. Çünkü hac bozulmuştur. Umre değil. Kıran kurbanı da ondan düşer çünkü hac ve umreden biri olan hac bozulmuştur. Dolayısıyla ikisini cemetme nimeti ortadan kalkmıştır.
Kıran haccı yapan umre tavafından ve Arafat'ta vakfe yaptıktan sonra cinsi ilişkide bulunacak olursa, ne haccı ne de umresi bozulmaz.
Haccın bozulmaması cinsi ilişkinin Arafat'ta vakfeden sonra hasıl olması sebebiyledir. Bu ise haccı bozmaz. Umrenin bozulmaması cinsi ilişki umrenin rûknu olan Arafat'ta vakfeden sonra hasıl olması sebebiyledir. Kıran haccı yapan bu kişinin hac ve umresi olmuştur ama ceza olarak "bir bedene" (bir deve kurban etmesi) ve bir "dem" gerekir. Bedene, (bir deve) Arafat'ta vakfeden sonra cinsi ilişkide bulunduğundan dolayı, koyun ise umre ihramında dolayı vaciptir. Çünkü umre ihramı devam etmektedir. Umre ihramında bir ilişkide bulunmak bir koyun kurban etmeyi gerektirir. Kıran haccı kurbanı da ondan düşmez. Çünkü ne haccın ne de umrenin bozulması söz konusu değildir, ikiside yerine getirmiştir.
Ziyaret tavafını tamamını veya turlarının çoğunu yaptıktan sonra cinsi ilişkide bulunsa hiçbir şey gerekmez. Çünkü ona kadınlar helal olmuş onun için ihram kalmamıştır. Ancak ziyaret tavafını başını tıraş etme veya saçlarını kısaltmaktan önce yaparsa iki koyun kurban etmesi vaciptir. Çünkü hac ve umre ihramı devam etmektedir.
Bazı meseleler
İhramlının ihtilam olması gusletme dışında hiçbirşey gerektirmez.
İhramlı eliyle meni getirirse, İmam-ı Azam (Rahimehullâh)'a göre bir "dem" gerekir.
İhramlı haccı ifrat (sadece hac) yapıyorsa ve karı-koca ihramlı oldukları halde Arafat'ta vakfeden önce hanımına cinsi ilişkide bulunuyorsa her ikisinin haccı fasit olur (bozulur). Erkeğin cinsel uzvunun ucu kadının cinsel organına girerse boşalma olsun veya olmasın hac bozulur. Hacca devam etmeleri ve vesat üzere onu tamamlamaları vaciptir. Her biri üzerine de ceza olarak bir "dem" vaciptir. Gelecek sene haccı kaza etmeleri de vaciptir.
Şayet koca, cinsi ilişkide bulunabilecek yaşta bir çocuk olsa ve hanımıyla ilişkide bulunsa, sadece hanımının haccı bozulur, kendisinin haccı bozulmaz. Şayet hanımı buluğa ermemiş fakat ilişkide bulunabilecek yaşta olsa veya deli olsa hüküm aksine olur. Yani sadece kocanın haccı bozulur.
Arafat'ta vakfeden önce cinsi ilişkide bulunsa sonra tekrar cinsi ilişkide bulunsa bakılır; eğer bu iki ilişki bir mecliste olursa sadece bir "dem" vacip olur. Eğer farklı iki mecliste olursa iki koyun kesmek gerekir.
Hacca başladıktan sonra haccı kaçırmak
Hacca başladıktan sonra hac, ancak Arafat'ta vakfe yapmayı kaçırmakla kaçar. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur.
اَلْحَجُّ عَرَفَةُ فَمَنْ وَقَفَ بِعَرَفَةَ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ
"Hac Arafattır. Kim Arafatta vakfe yaparsa haccını tamamlamış olur." (Bedayi)
Bu hadis-i şerifle delil getirmek iki yöndendir.
a) Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) haccı Arafat'ta vakfe yapmak kılmıştır. O halde Arafat'ta vakfe bulunduğu zaman hac bulunmuş olur. Bir şey bir zamanda hem mevcut olan hem kaçan olamaz.
b) Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) haccın tamam olmasını Arafat'ta vakfe yapmak kılmıştır. Geçmişte ifade ettiğimiz gibi buradaki "tamam" dan kasdedilen "noksan" ın zıddı olan "tamam değildir" Çünkü haccın tamam olması Arafat'ta vakfe ile sabit olmaz (zira ziyaret tavafı da haccın rûknu olup onunda yapılmasıyla hac tamam olur). Bu da delalet eder ki buradaki "tamam" kelimesiyle kasdedilen "haccın kaçma ihtimalinden çıkmasıdır."
Ayrıca Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur.
مَنْ اَدْرَكَ عَرَفَةَ بِلَيْلٍ فَقَدْ اَدْرَكَ الْحَجَّ وَمَنْ فَاتَهُ الْعَرَفَةُ فَاتَهُ الْحَجُّ
"Kim gece Arafat'a yetişirse (yani Arafa günü gündüz zevalden sonra yetişemeyipde gece yetişirse) hacca yetişmiş olur. Kim ki Arafat onu geçmiştir, hacda onu geçmiştir." (Bedayi )
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Arafat'ta vakfeye yetişeni hacca yetişen saymıştır. Hacca yetişen ise onu kaçıran olamaz.
Hacca başladıktan sonra haccı kaçıran ne yapar? İlk olarak umre fiilleriyle ihramdan çıkar. Umre fiilleri tavaf, Safa ile Merve arasında koşmak (sa'y) ile saçlarını tıraş etmek veya kısaltmaktır. Eğer bu kişi haccı ifrad (sadece hac) yapıyorsa ona vacip olan budur. Çünkü Darekutni (Rahimehullâh), Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Ömer (Radıyallâhu Anhuma)'e isnatla Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir.
مَنْ فَاتَهُ عَرَفَةُ بِلَيْلٍ فَقَدْ فَاتَهُ الْحَجُّ فَلْيُحِلَّ بِعُمْرَةٍ مِنْ غَيْرِ دَمٍ وَعَلَيْهِ الْحَجُّ مِنْ قَابِلٍ
"Kim ki gece Arafat onu geçer (yani Arafat'ta vakfe yapamaz) Hac onu geçmiş olur. Artık "bir dem gerekmeksizin" umre ile ihramdan çıksın, gelecek sene hac yapması ona vaciptir." (Bedayi)
Sonra bir gün hanefi imamlar haccı kaçıranın ihramdan çıkacağı tavafın, hac ihramıyla veya umre ihramıyla lazım geldiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ebu Hanife ve İmam-ı Muhammed (Rahimehumellah) hac ihramıyla lazım gelir demişlerdir. Ebû Yûsuf (Rahimehullâh) ise umre ihramıyla lazım gelir demiştir. Ebû Yûsuf, Darekutni hadisinde Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) "umre ile ihramdan çıksın" sözünü delil getirmiştir. Bu sözle Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) haccı kaçıranın fiilini "umre" diye adlandırmıştır. Umre ancak umre ihramıyla olur. Bu, delalet ediyor ki haccı kaçıranın ihramı umre ihramına çevrilmiştir. Ayrıca eda edilen umre fiilleridir.
Ebû Hanîfe ve Muhammed (Rahimehumellâh)'in delili: Sahabi (Radıyallâhu Anhum) şöyle demiştir.
يُحِلُّ بِعَمَلِ الْعُمْرَةِ
"Umre ameliyle ihramdan çıkar" (Bedayi)
Bu sözle "amel" "umre" ye izafe edilmiştir. Bir şey kendine izafe edilemez. Ayrıca bu kişi ifrad haccı (sadece hac) yapan olduğuna göre gerçekte hac ihramına girmiştir, umre ihramına değil. Şeriatta aslolan hakikata itibar etmektir. Hac ihramının umre ihramına çevrildiğine hükmetmek, delil olmaksızın hakikatı değiştirmektir. Şununla beraber ki ihram lazım bir akittir, bozulmaya ihtimali yoktur. Halbuki ihramın umre ihramına çevrilmesi bozulmadır. Bu ise caiz olmaz. Ebû Hanîfe ve Muhammed (Rahimehumellâh)'in bu delillerinin sahih (geçerli) olduğuna delili de şudur: Haccı kaçıran kişi şayet Mekke halkından olsa, tavaf ile ihramdan çıkar. Tıpkı afakînin ihramdan çıkması gibi Mekke'linin "hill"e çıkması gerekmez. Şayet ihramı umre ihramına çevrilmiş olsaydı ve umre yapan olsaydı elbette "hill" e çıkması gerekirdi. Yani ten'im ve diğer yerlere. Aynı şekilde haccı kaçıran cinsi ilişkide bulunduğu zaman umre kazası üzerine vacip olmaz. Şayet umre olsaydı onu kaza etmesi vacip olurdu. Bu zikrettiğimiz delillerle hac ihramının umre ihramına çevrilmediği sabit olmşutur. Ve zahir olmuştur ki haccı kaçıranın eda etmiş olduğu umre fiilleri değildir. Bilakis hac ihramıyla eda edilen umre fiillerinin mislidir.
Haccı kaçırana Sader (dönüş) tavafı vacip değildir. Çünkü bu tavafın vacip oluşu haccı bitirdikten sonradır. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur.
مَنْ حَجَّ هَذَا الْبَيْتَ فَلْيَكُنْ آخِرَ عَهْدِهِ بِهِ الطَّوَافُ
"Kim bu beyti hac ederse ona karşı son vazifesi tavaf olsun" (Bedayi)
Halbuki bu kişi haccı kaçırdığından hac etmemiştir. O halde Sader (dönüş) tavafı ona vacip olmaz.
Şayet haccı kaçıran "kıran haccı" yapan biri ise, o, umre için tavaf ve sa'y yapar sonrada hac kaçtığı için başka bir tavaf ve sa'y yapar, başını tıraş eder veya saçlarını kısaltır. Kıran haccı yapacağından dolayı şükür olarak vacip olan bir koyun kesme düşer. Umre için tavaf ve sa'y yapması şundan dolayıdır: Kıran haccı yapan umre ve hac ihramına girmiştir. Umre kaçmaz. Çünkü bütün vakitler onun vaktidir. O halde umreyi yapar. Tıpkı hacca yetişenin haccı yapması gibi. Hac için tavaf ve sa'y yapmasına gelince; çünkü bu sene hacca başladıktan sonra onu kaçırmıştır. Başladıktan sonra kaçan hacda umre fiilleriyle ihramdan çıkılmaz. O halde tavaf ve ardından sa'y yapar, saçlarını tıraş eder veya kısaltır. Kıran kurbanının düşmesi ise, umre ile hac arasını cemedemediğinden dolaydır. Çünkü bu kurban hac ve umreyi cemettiğinden dolayı şükür olarak vacip olan bir kurbandır. Haccı kaçırınca cemetmek mümkün olamamıştır. Şayet haccı kaçıran temettû haccı (ifrad, temettû, kıran hacları hakkında geniş bilgi verilecektir) yapan biriyse bakılır. Eğer beraberinde "hedy" sevketmişse temettû'ğu batıl olur. Kıran haccı yapan haccı kaçırdığı zaman neler yapması gerekiyorsa aynını temettû haccını yapan kişi yapar. Çünkü "müt'a demi" (temettû haccı yaptığından dolayı şükür olarak vacip olan bir koyun kurban etmek) umre ile hac arasını cemetmekten dolayı vaciptir. Halbuki cemetme bulunmamıştır.
Hac kendisine vacip olduğu halde haccedemeden ölen kimsenin durumu
Hac üzerine farz olan birinin haccedemeden ölmesi halinde iki durum sözkonusudur.
a) Ya yerine haccedilmesini vasiyet etmeden ölmüştür.
b) Ya da yerine haccedilmesini vasiyet ettikten sonra ölmüştür.
Eğer yerine haccedilmesini vasiyet etmeden ölmüşse ihtilafsız günahkardır. Kitabımızın başında ifade ettiğimiz "hac kişiye vacip olunca derhal yapılması gerekir" görüşüne göre günahkar olması açıktır. Bunda bir müşkil yoktur. "Hac tehirli olarak vaciptir" diyenlere göre de günahkardır. Çünkü ömrünün sonunda hac, hac yapabileceği kadar bir vakte sıkışmıştır. Artık bu vakitten de tehir etmek ona haramdır. O halde hac yapmaya kadir ise bizzat kendisinin hac yapması üzerine vaciptir. Eğer hac yapmaktan aciz ise ve vasiyet ederek kendi malıyla kendisi adına başkasına hac yaptırması mümkünse, böyle bir vasiyet yapması üzerine vaciptir. Eğer vasiyet etmezde ölürse günahkar olur. Çünkü az da olsa (yani başkasının ölen adına hac yapması) eda imkanıyla beraber farzı vaktinden kaçırmıştır. Bu yüzden günahkardır. Bize göre dünya hükümleri hakkında hac ondan düşer. Öyle ki varisin kendisine kalan maldan ölenin hacettirmesi vacip değildir. Çünkü hac bir ibadettir. İbadetler ise üzerinde olduğu kişilerin ölmesiyle dünya hükümleri hususunda düşerler. İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh)'ye göre düşmezler. Ölenin bıraktığı maldan yerine hac yapılacağı miktar alınır ve yerine hac yaptırırlır. Bu miktar malın alınması malın tamamındandır, malın üçte birinden değildir.
Zekat babında şöyle zikretmiştik. En güzel varis ölen adına hac yaptıran varisdir. (Şayet ölen hac yapmamışsa) Bu haccın ölene kifayet edeceğini ümit ediyorum. İnşaAllâh (Allâh (cellecelâlühû) dilerse) Ebû Hanîfe (Rahimehullâh) de böyle zikretmiştir.
Başkası adına yapılan haccın caiz oluşu, şu rivayetten dolayıdır:
اَنَّ رَجُلاً جَاءَ اِلَى رَسُولِ اللّٰهِ ص وَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ اِنَّ اُمِّى مَاتَتْ وَلَمْ تَحُجَّ اَفَاَحُجُّ عَنْهَا فَقَالَ نَعَمْ
"Bir adam Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'a geldi ve şöyle dedi: Ey Allâh (celle celâlühû)'ın Rasülü! Annem öldü, haccetmemişti, onun adına hac yapayım mı? Rasûlullâh şöyle buyurdu: Evet" (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu adamın ölen annesi adına hac yapmasını caiz kılmıştır. Zekat kitabında hac yapmadan ölen adına varisin hac yapmasının ölene kifayet edeceğinin (İnşaAllâh) istisnasıyla kayıtlanmasının sebebi şudur: Hac ölen üzerine kesin vacipti, insan üzerine kesin vacip olan şey kesin düşmeyi gerektiren bir delil olmadıkça düşmez. Emri olmaksızın varisin fiiliyle ölenden haccın düşmesini gerektiren haber-i ahad iledir. Haber-i ahad amel bilgisini gerektirir, kesin bilgiyi gerektirmez. O halde kesin bilgi olmaksızın Allâh-u Te'âlâ üzerine şehadette bulunmaktan kaçınmak için ve dinde ihtiyatlı davranmak için "İnşaAllâh" ifadesinin kullanılması uygun olandır. Bu, takvanın da gereğidir. Ayrıca malı olduğu halde kendi başına edadan aciz olduğunda ve ölüm ona ulaştığında hac kendine vacip olan bir müslümanın halinden zahir olan, zimmetini vacipten boşaltması için varisine adına hac yapmasını emretmiş olmasıdır. O halde burada delaleten bir vasiyet muvcuttur. Delaleten sabit olan açık izinle sabit olan gibidir. Fakat yine de hak olan olmama ihtimalinden dolayı "inşaAllâh" denilmesidir.
Bir kimse adına hac yapılmasını vasiyet ederek ölürse, hac sorumluluğu ondan düşmez. Adına hac yapılması vacip olur. Çünkü vasiyet sahihtir. Cevaz şartları toplandığında adına hac yapılması caiz olur.
Bu şartlar şunlardır:
a) Onun adına hacca niyet edilmesi.
b) Haccın yapılmasının mali külfeti tamamen veya çoğu vasiyet edenin malından karşılanması
c) Haccı yapanın binici olması. Yani günümüz itibarıyla araba veya uçakla hac yapılması.
Vasiyet ederek ölen adına hac, bıraktığı malın üçte birinden yapılır. Ölenin vasiyetini "malımın üçte birinden adıma hac yapılsın" diye kayıtlamasıyla vasiyeti mutlak bırakması "yani sadece adıma hac yapılsın" demesi arasında fark yoktur. Çünkü vasiyet mutlak yapıldığı zaman da geriye bırakılan malın üçte birinden yerine getirilir.
Ölen adına hac, oturduğu şehirden yapılır. Çünkü hac, meskun olduğu şehirden farz kılınmıştı, mutlak vasiyet bu şehre sarfedilir. Bundan dolayı İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh) şöyle demiştir: İbn-i Rüstem, İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'den, ölüm kendisini Mekke'de yakalayan ve adına hac yapılmasını vasiyet eden bir horasanlı hakkında Horasan'dan adına hac yapılmasını rivayet etmiştir.
Hişam, Ebû Yûsuf (Rahimehullâh)'dan şöyle rivayet etmiştir: Rey şehrine gelen ve ölüm kendisine hazır olduğunda adına hac yapılmasını vasiyet eden bir Mekkeli için hac yapılacağı zaman Mekke'den hac yapılır. Bu Mekkeli adına "kıran haccı" yapılmasını vasiyet etmişse "Rey Şehrinden" onun adına "kıran haccı" yapılır. Çünkü Mekke ehli için kıran haccı yoktur. (Bu konuyu haccın çeşitleri babında geniş bir şekilde anlatacağız inşaAllâh)
Ölenin meskun olduğu şehirden ve malının üçte birinden adına hac yapılması, malının üçte biri buna yeterli olması durumundadır. Şayet malının üçte biri meskun olduğu yerden adına hac yapılmasına yeterli değilse, istihsanen yeterli olduğu herhangi bir yerden adına hac yapılır. Kıyasa göre vasiyet batıl olur.
İstihsanın vechi şudur: Vasiyet edenin haccı vasiyet etmesinden maksadı, zimmetini vacip sorumluluğundan boşaltmaktır. Bu da vasiyeti geçerli kılmakla olur, onu iptal etmekle değil. Şayet vasiyeti "illa da meskun olduğu şehirden adına hac yaptırılacak" manasına hamledersek, (malının üçte biri buna yetmediğinden) vasiyet batıl olur ve ölenin zimmetinden vacip düşünülemez. Eğer vasiyeti "nereden adına hac yaptırılabiliyorsa oradan yaptırılsın" manasına hamledersek, vasiyeti geçerli olur ve zimmetindeki vacip düşer. O halde vasiyeti, vasiyetin sahih olacağı manaya hamletmek uygun olandır.
HACCIN RUKÜNLERİ
Haccın rukunleri iki şeydir.
1) Arafat'ta vakfe
2) Ziyaret tavası
Arafat'ta Vakfe
Arafat'ta vakfe'yi şu başlıklar altında anlatacağız.
a) Arafat'ta vakfenin rukun oluşu
b) Arafat'ta vakfenin mekanı
c) Arafat'ta vakfenin zamanı
d) Arafat'ta vakfenin miktarı
e) Arafat'ta vakfenin sünnetleri
f) Arafat'ta vakfe vaktinde yapılmadığı zaman hükmü
Arafat'ta Vakfenin Rukun Oluşu
Arafat'ta vakfenin rukun olduğuna delil Allah-u Teâlâ'nın şu kavli kerimi:
وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًا
"Yoluna gücü yetenlerin evi (Kâbe'yi) ziyaret etmeleri, insanlar üzerine Allâh (Celle Celâluhû)'ın bir hakkıdır." (Al-i İmran, 97)
Sonra Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) haccı şöyle tefsir etmiştir:
اَلْحَجُّ عَرَفَةُ
"Hac Arafat'tır"1
Yani Arafat'ta vakfe yapmaktır. Mücmel (Kâbe'yi haccetmek)'e beyan bitiştiği zaman asıldan müfesser olur. Ve sanki Allâh-u Teâlâ şöyle buyurmuş olur:
"İnsanlar üzerine evi (Kâbe'yi ) ziyaret etmek Allâh (Celle Celâluhû)'ın bir hakkıdır." Ziyaret ise Arafat'ta vakfe yapmaktır. " Bunun zahiri, sadece Arafat'ta vakfe yapmanın rukun olmasını başka bir şeyin olmamasını gerektirmektedir. Şu kadar var ki, başka bir delille ziyaret tavafı da haccın rukunlerine eklenmiştir. (Bunu bir sonraki kısımda tatsilatıyla anlatacağız)
Sonra, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Arafat'ta vakfe'nin tefsirinin akabinde şöyle demiştir:
فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ
"Haccı tamam olmuştur" Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Arafat'ta vakfeyi hacca isim yapmıştır. Bu da onun rukün olduğunu göstermektedir.
Ve şu kavl-i kerimidir:
ثُمَّ اَفِيضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ
"Sonra insanların indiği yerden ininiz."
Denilmiştir ki: Harem ehli Arafat'ta vakfe yapmıyorlardı ve şöyle diyorlardı: Biz Allâh'ın Harem'inin ehliyiz, bizden başkaları gibi Arafat'tan inmeyiz. Allâh-u Te'âlâ bu ayet-i kerimeyi indirdi. Onlara Arafat'ta vakfe yapmayı ve insanların indiği yerden inmeyi emretti. İnsanlar Arafat'tan iniyorlardı. İnsanları Arafat'tan inmesi, ancak orada bulunduktan sonra meydana gelir. O halde Arafat'tan inmeyi emretmek, zorunlu olarak Arafat'ta vakfe yapmayı emretmektir.
Hz. Aişe (Radıyallâhu Anha)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
كَانَتْ قُرَيْشٌ وَمَنْ كَانَ عَلَى دِينِهَا يَقِفُونَ بِالْمُزْدَلِفَةِ وَلاَ يَقِفُونَ بِعَرَفَاتٍ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ قَوْلَهُ " ثُمَّ اَفِيضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ"
"Kureyş ve Kureyş'in dini üzere olanlar Müzdelifede vakfe yapıyorlar, Arafat'ta ise vakfe yapmıyorlardı. Aziz ve Celil olan Allâh (Celle Celâluhû) şu kavli kerimini indirdi:" Sonra insanların indiği yerden inin." (Bedayi)
Aynı şekilde ümmet Arafat'ta vakfenin hac'da rukun olması hususunda icma etmiştir.
Arafat'ta Vakfenin Mekanı (Yeri)
Arafat'ın bütünü, Arafat'ta vakfenin yeridir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
كُلُّ عَرَفَةَ مَوْقِفٌ وَارْفَعُوا عَنْ بَطْنِ عُرَنَةَ
"Arafat'ın her yeri vakfe yeridir. Ancak Urene Vadisi içinden uzak durun." (İbn-i Mace)
Ayrıca yukarıda rivayet etmiştik ki, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اَلْحَجُّ عَرَفَةُ فَمَنْ وَقَفَ بِعَرَفَةَ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ
"Hac Arafat'tır. Kim Arafat'ta vakfe yaparsa haccı tamam olmuştur." (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu hadis-i şerifinde, mutlak olarak, yani bir yer tayin etmeksizin bütün Arafat'ın vakfe yeri olduğunu buyurmuştur. Şu kadar var ki, Urene Vadisi içinde vakfe yapmamak gerekir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunu yasaklamış ve oranın şeytan vadisi olduğunu haber vermiştir.
Arafat, Mekke'nin yaklaşık 25 km güneydoğusunda Harem sınırları dışında bir bölgedir.
Günümüzde vakfe alanı işaretli sınırlarla bilinmektedir.
Arafat'ta Vakfenin Zamanı
Arafat'ta vakfenin zamanı, arefe günü zeval vaktinden (yani öğle namazının vaktinin girmesinden) kurban bayramı günü ikinci fecrin doğuşuna kadar (yani sabah namazı vaktinin girişine kadar) olan zamandır. Bu zaman içerisinde vakfe yapılır. Bu vakitten başka bir vakitte Arafat'ta vakfe yapsa, vakfesi geçerli olmaz. Çünkü Arafat'ta vakfe vakitli bir farzdır. Bu yüzden vaktinden başka bir vakitte eda edilemez. Nitekim diğer vakitli farz ibadetlerde böyledir. Ancak zaruret halinde ki bu, karışıklık halidir, istihsanen caiz olur. Bunu birazdan beyan edeceğiz.
Zeval'den önce vakfe yapılsa da geçerli olmaz. Hacı adayı gündüz (zevalden sonra akşam namazının vakti girinceye kadar) ve gece (akşam namazının vakti girdikten sonra sabah namazının vakti girinceye kadar) Arafat'ta vakfe yapmazsa, haccı kaçırmış olur. Bu hususta delil şu rivayettir:
اَنَّ النَّبِيَّ ص وَقَفَ بِعَرَفَةَ بَعْدَ الزَّوَالِ وَقَالَ خُذُوا عَنِّى مَنَاسِكَكُمْ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zeval'den sonra Arafat'ta vakfe yaptı ve "hac vazifelerinizi benden alınız" buyurdu. (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu hadis-i şerifiyle Arafat'ta vakfenin ilk vaktini beyan buyurdular.
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Arafat'ta vakfenin son vaktini beyan olarak şöyle buyurdular:
مَنْ اَدْرَكَ عَرَفَةَ فَقَدْ اَدْرَكَ الْحَجَّ وَمَنْ فَاتَهُ عَرَفَةُ بِلَيْلٍ فَقَدْ فَاتَهُ الْحَجُّ
"Kim Arafat'a yetişirse hacca yetişmiş olur. Kim ki gece Arafat onu geçerse (gece Arafat'ta vakfeye yetişemezse ) hac onu geçmiş olur. (yani o seneki haccı kaçırmış olur. )" (Bedayi)
Bu hadis-i şerif, gecenin kalmasıyla Arafat'ta vakfe vaktinin devam ettiğini, gecenin geçmesiyle de vakfe vaktinin geçtiğine delalet etmektedir. Bu zikrettiklerimiz alimlerin genelinin görüşüdür.
İmam-ı Mâlik Arafat'ta vakfenin vaktinin gece olduğunu, geceden bir cüzde vakfe yapılmaması halinde vakfenin caiz olmayacağını söylemiştir.
İmam-ı Mâlik (Rahimehullâh) Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den rivayet edileni delil getirmişttir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
مَنْ اَدْرَكَ عَرَفَةَ بِلَيْلٍ فَقَدْ اَدْرَكَ الْحَجَّ
"Kim Arafat'ta vakfeye gece yetişirse hacca yetişmiş olur." (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hacca yetişmeyi, gece Arafat'a yetişmeye bağlamıştır. Bu da Arafat'ta vakfenin geceden bir cüzde olmasına delalet etmektedir.
Biz Hanefilerin delili: Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
مَنْ وَقَفَ مَعَنَا هَذَا الْمَوْقِفَ وَصَلَّى مَعَنَا هَذِهِ الصَّلاَةَ وَكَانَ وَقَفَ قَبْلَ ذَلِكَ بِعَرَفَةَ سَاعَةً مِنْ لَيْلٍ اَوْ نَهَارٍ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ وَقَضَى تَفَثَهَ
"Kim bu vakfe yerinde bizimle beraber vakfe yaparsa ve bizimle beraber bu namazı kılarsa ve bundan önce geceden veya gündüzden bir an Arafat'ta vakfe yapmışsa, haccı tamam olmuştur ve tefesini2 yerine getirmiştir.
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu hadis-i şerifi ile gece veya gündüzden bir an Arafat'ta vakfe yapmakla haccın tamam olacağını (yani artık bu seneki haccın bozulamayacağını) haber vermiştir. Bu da delalet etmektedir ki, gece veya gündüzü tayin etmeksizin zevalden ikinci fecrin doğuşuna kadar olan zaman içerisinde herhangi bir vakitte vakfe yapılırsa, vakfe yerine getirilmiş olur.
Ayrıca Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den şöyle dediğini rivayet etmiştik:
مَنْ وَقَفَ بِعَرَفَةَ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ
"Kim Arafat'ta vakfe yaparsa haccı tamam olur." (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in bu hadis-i şerifi zamandan mutlaktır. Yani gece, gündüz, geceden belli bir cüz veya gündüzden belli bir cüzle vakfe kayıtlanmamıştır. Şu kadar var ki, zevalden önce veya bayram günü sabah namazının vakti girdikten sonra ki vakitler delile bağlı olarak murad değildir. O halde zevalden sonra sabah namazının vaktini girinceye kadar olan zaman murad olarak kalmıştır.
Ayrıca Arafat'ta vakfe bir hac vazifesidir, bu sair hac vazifeleri gibi geceye tahsis edilmez. İmam-ı Mâlik (Rahimehullâh)'in zikretmiş olduğu hadis-i şerif Arafat'ta vakfenin geceye tahsis edildiğine dair delil olmaz. Çünkü hadis-i şerifte "Kim Arafat'ta geceye yetişirse hacca yetişmiş olur" buyurulmaktadır. Bu hadiste Arafat'ta gece yetişemeyenin hükmünün ne olduğuna dair bir hüküm yoktur. O halde bu hüküm meskut (susulan)'a taalluk eden bir hükümdür. Biz Hanefi usulculerine göre "susulan" şey üzerine hüküm bina edilmez.
Şayet zi'lhicce'nin hilali insanlar üzerine karışsa ve zi'lkade'yi otuza tamamladıktan sonra Arafat'ta vakfe yapsalar, sonra şahidler şu günün hilalini gördüklerine dair şehadette bulunsalar ve Arafat'ta vakfe yaptıkları günün bayram günü olduğu olduğu ortaya çıksa, istihsanen vakfeleri sahih ve hacları tamdır. Tıpkı "kıblenin ne taraf olduğu karıştığında bir kimse araştırdığı cihete doğru namazını kılsa, sonra o cihetin kıble ciheti olmadığı ortaya çıksa, namazı caiz olur" misali gibi.
Arafat'ta Vakfenin Miktarı
Arafat topraklarının herhangi bir yerinde yukarıda beyan ettiğimiz Arafat'ta vakfenin zamanı olan zevalden ikinci fecrin doğumuna kadar olan zaman içerisinden bir an olan durmaktır. Bu vakitten bir an Arafat'ta durulursa, farz olan miktar yerine gelmiş olur. Oranın Arafat olduğunu bilsin veya bilmesin, uyuyan veya uyanık olsun, kendinde veya baygın olsun farketmez. Arafat'ta dursun veya yürüyerek, binek üzerinde veya taşınarak oradan geçsin farketmez. Arafat'ta vakfeyi yapmış olur. Çünkü farz olan miktarı yerine getirmiştir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den rivayet edilendir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
مَنْ وَقَفَ بِعَرَفَةَ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ
"Kim Arafat'ta vakfe yaparsa haccı tamam olmuştur."
Haccı Arafat'ta vakfeye niyet etsin veya etmesin müsavidir. Vakfesi olur. Arafat'ta vakfe yapanın abdestsiz olması, cunup olması, hayızlı olması veya lohusa olması müsavidir. Bütün bu hallerde vakfesi olur. Çünkü taharet (temizlik) Arafat'ta vakfenin cezasının şartı değildir. Çünkü Arafat'ta vakfe hadisi taharetten şartından mutlaktır. Onunla kayıtlı değildir.
Ayrıca Hz. Aişe (Radıyallâhu Anha) validemiz hayız olduğunda Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ona şöyle demiştir:
اِفْعَلِى مَا يَفْعَلُهُ الْحَاجُّ غَيْرَ اَنَّكَ لاَ تَطُوفِى بِالْبَيْتِ
"Kâbe'yi tavaf etme, dışında hacıların yaptığını yap." (Bedayi)
Evet, taharet (temizlik) Arafat'ta vakfenin şartı değildir. Çünkü Arafat'ta vakfe Beytullah'a taalluk etmeyen bir vazifedir. Bu yüzden onun için taharet şart kılınmaz. Tıpkı şeytan taşlama gibi.
Arafat'ta vakfe yapanın iki namazı (öğle ve ikindi namazını cem'i takdim ile) kılmış olsun veya olmasın müsavidir. Çünkü hadis mutlaktır. Ayrıca bu iki namazın Arafat'ta vakfe ile bir alakası yoktur. O halde bunların terki Arafat'ta vakfeyi menetmez.
Arafat'ta Vakfeden Vacip Olan Miktar
Biz Hanefilere göre arefe günü güneşin zevalinden güneşin batımına kadar (yani akşam namazının vakti girinceye kadar) vakfe yapmak vaciptir. Buna binaen Arafat'ta vakfe yapan, güneş batmadan Arafat'tan ayrılırsa bakılır; güneşin batmasından sonra Arafat'ı geçerse, üzerine bir şey yoktur. Çünkü vacibi terketmemiştir. Eğer güneş batmadan Arafat'ı geçerse, bize göre, vacibi terkettiğinden dolayı bir dem ona vacip olur. Nitekim haccın diğer vaciplerinden birini terkettiği zaman ona bir dem ceza olarak gerekirdi. Bu da öyledir.
Şayet güneş batmadan ve imam Arafat'tan çıkmadan önce Arafat'a dönerse, sonra da güneş battıktan sonra imamla beraber Arafat'tan çıkarsa dem cezası ondan düşer. Çünkü terkedileni telafi etmiştir. Eğer Arafat'a güneşin batmasından önce fakat imamın Arafat'tan çıkmasından sonra dönerse, "Kerhi" yine dem ondan düşer diye zikretmiştir. İbn-i Şuca', Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'den bunun aynını rivayet etmiştir. Yani dem cezası düşer. Çünkü terkedileni telafi etmiştir. Terkedilen güneş battıktan sonra oradan çıkmaktı. O da bunu telafi etmiştir.
Şayet Arafat'a güneş battıktan sonra dönerse, ihtilafsız "dem" ondan düşmez. Çünkü dönmeden önce üzerine güneş batınca, vacip olan dem üzerine yerleşti, artık dönme ile düşmeye ihtimali olmaz.
Arafat'a Vakfe Vaktinde Yapılmadığı Zaman Hükmü
Arafat'ta vakfe vaktinde yapılmadığı zaman, onun hükmü, o senede haccın kaçmasıdır. Artık o senede bu hac telafi edilemez. Çünkü bir şeyin ruknu o şeyin zatıdır. (kendisidir) Bir şeyin zatının ortadan kalkmasıyla devam etmesi muhaldir.
Terviye yani zi'l Hicce'nin sekizinci günü sabah namazını Mekke'de kıldıktan sonra Mina'ya hareket etmek ve orada arefe gününün fecrine kadar kalmak ve gecelemek, sonra da güneş doğduktan sonra Arafat'a gitmek sünnettir. Çünkü şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّ النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلاَمُ صَلَّى الْفَجْرَ يَوْمَ التَّرْوِيَةِ بِمَكَّةَ فَلَمَّا طَلَعَتِ الشَّمْسُ رَاحَ اِلَى مِنًى فَصَلَّى بِمَنًى الظُّهْرَ وَالْعَصْرَ وَالْمَغْرِبَ وَالْعِشَاءَ وَالْفَجْرَ ثُمَّ رَاحَ اِلَى عَرَفَاتٍ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Terviye günü sabah namazını Mekke'de kıldı. Güneş doğunca Mina'ya doğru haraket etti ve Mina'da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve (arefe gününün) sabah namazlarını kıldı sonra da Arafat'a hareket etti." (Hidaye)
Arefe gecesi Mekke'de gecelese ve sabah namazını Mekke'de kılsa sonra da Arafat'a yönelse ve Mina'ya uğrasa ona kifayet eder. Çünkü bu günde bir hac vazifesini yerine getirmek Mina'ya taalluk etmemektedir. Fakat böyle yapmakla kötü yapmış olur. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) uymayı terketmiştir.
Sonra Arafat'a yönelir ve orada ikamet eder. Arefe günü güneş zail olunca (yani öğle namazının vakti girince) hac imamı, önce cuma hutbesinde olduğu gibi aralarını az bir oturuşla ayırdığı iki hutbe yapar. Bu hutbede hacı adaylarına Arafat'ta ve Müzdelife'de vakfeyi teferruatıyla anlatır. Aynı şekilde şeytan taşlamayı, tıraş olmayı ve ziyaret tavafını onlara anlatır. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. İmam-ı Mâlik namazdan sonra hutbe yapar demiştir. Ona göre bu bir vaaz hutbesidir, bu sebeble bayram hutbesine benzer. Bayram hutbesi namazdan sonra olduğu gibi bu da namazdan sonra olur.
Mezhebin zahirine göre imam minbere çıkıp oturduğu zaman Cuma'da olduğu gibi müezzin ezan okur. İmam-ı Ebû Yûsuf (Rahimehullâh)'tan bu hususta iki rivayet vardır:
a) İmam minbere çıkmadan önce müezzin ezan okur.
b) Hutbeden sonra ezan okur.
Sahih olan görüş zikrettiğimiz görüştür. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) çıkıp devesi üzerinde düzgün bir halde durunca önünde bir müezzin ezan okudu. İmam hutbeyi bitirince müezzin kamet getirir. Çünkü namaza başlama vaktidir. İmam onlara öğle vaktinde bir ezan iki öğle ve ikindi namazlarını kıldırır. Bu iki namaz arasını cemetmek hususunda ravilerin ittifakıyla bol nakiller varit olmuştur. Cabir (Radıyallâhu Anh)'in rivayetinde:
اَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلاَّهُمَا بِأَذَانٍ وَإِقَامَتَيْنِ
"Nebi (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) öğle ve ikindi namazlarını bir ezan ve iki ikametle kıldırdı." (Hidaye)
Bunun beyanı şöyledir: Müezzin önce öğle namazı için ezan okur ve kamet getirir, sonra ikindi namazı için sadece kamet getirir. Çünkü ikindi namazı malum olan vaktinden önce eda edilmektedir. Bu yüzden onun için sadece kamet yapılır. Ezan okunmaz.
Bu iki farz namaz arasında nafile namaz sokmaz (yani öğle namazının son iki rekatıyla ikindi namazının evvelindeki sünneti kılmaz) şayet aralarına nafile sokarsa, mekruh olur. Zahirurrivaye'de ikindi için ezanı iade eder.
Hutbe yapmadan namaz kılarsa, kifayet eder çünkü bu hutbe farz değildir. Her kim eşyalarının yanında tek başına öğle namazını ve ikindi namazını vaktinde kılarsa Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre caiz olur.
Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed, (Rahimehumellah) tek başına kılan da öğle ve ikindi namazlarını öğle vaktinde cemeder demişlerdir. Çünkü cemetmenin cevazı Arafat'ta vakfeyi uzatmaya olan ihtiyaçtır. Tek başına kılan da buna muhtaçtır.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin delili: Namaz ibadetini vakti üzere muhafaza etmek naslarla farzdır. O halde bunu terketmek caiz olmaz. Ancak şeriatin varid olduğu şeyde caiz olur. O da imamla beraber cemaatla cemetmektir. (tek başına cemetmek değildir) İkindi namazını takdim edip (geriye çekip) öğle namazıyla beraber kılmak cemaati korumak içindir. Çünkü hacı adaylarının öğle namazını cemaatle kılıp dağılmalarından sonra tekrar toplanmaları zordur.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre, imam, iki namazda da şarttır. İmam-ı Züfer (Rahimehullâh) şöyle demiştir: Özellikle ikindi namazında şarttır. Çünkü vaktinden başka bir vakitte kılınan ikindi namazıdır.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin delili: İkindi namazını öğle namazının vaktine çekmek kıyasa aykırıdır. Bunun meşru oluşu, hacca ihrama girme halinde ikindi namazının, "imamla beraber cemaatle eda edilen öğle namazı üzerine" düzenlendiği zamandadır. O halde bunun üzerine iktisar edilir.
Sonra, namazdan ayrılmanın hemen akabinde imam ve imamla beraber hacı adayları vakfe yerine yönelirler ve Rahmet dağı'nın yakınında vakfe yaparlar. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır.
İmamın Arafat'ta bineği üzerinde durması gerekir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) devesi üzerinde vakfe yapmıştır. Ayakları üzerinde durursa caizdir. Ancak birincisi daha faziletlidir.
Kıbleye yönelerek vakfe yapar. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır.
İmam dua eder ve insanlara hac vazifelerini öğretir. Çünkü şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّ النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلاَمُ كَانَ يَدْعُوا يَوْمَ عَرَفَةَ مَادًّا يَدَيْهِ كَالْمُسْتَطْعِمِ الْمِسْكِينِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) arefe günü yemek isteyen fakir gibi ellerini uzatarak dua ederdi." (Hidaye)
Dilediği şeyle dua eder. İnsanların imama yakın durmaları uygun olandır. İmamın arkasında kıbleye yönelerek dururlar. Bu, en faziletli olanı beyandır. Yoksa Arafat'ın Urene vadisi'nin içi dışında her yeri vakfe yeridir.
Arafat'ta vakfeden önce gusletmek müstehabtır. Dua hususunda gayret etmek lazıdır.
Gusletmek sünnettir, vacip değildir. Abdestle yetinse caizdir. Cuma'da ve iki bayram namazlarında olduğu gibi. Duada gayret etmeye gelince; Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu vakfe yerinde ümmeti için dua'da gayret etmiştir ve icabet olunmuştur.
Vakfe yerinde an be an telbiye getirir. Çünkü şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّ النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلاَمُ ماَ زَالَ يُلَبِّى حَتَّى اَتَى جَمْرَةَ الْعَقَبَةِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Cemre-i Akabe'ye gelinceye kadar telbiyeye devam etmiştir. " (Hidaye)
Çünkü Arafat'ta Vakfe'de telbiye, namazda tekbir gibidir.
Arefe günü güneş batınca imam ve onunla beraber insanlar sukunet üzere Müzdelife'ye gelinceye kadar inerler. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) güneş battıktan sonra Arafat'tan çıkmıştır. Ve bunda müşriklere muhalefet etmek vardır. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yolda bineği üzerinde yavaşça giderdi.
Eğer hacı adayı izdihamdan korkar da imamdan önce yerinden ayrılır, Arafat sınırlarını aşmazsa ona kifayet eder. Çünkü Arafat'tan çıkmamıştır. En faziletli olan yerinde durmasıdır. Ta ki edaya vaktinden önce başlamış olmasın. Güneşin batmasından ve imamın inmesinden sonra izdihamdan korktuğu için az bir süre beklerse bunda bir beis yoktur. Rivayet edilmiştir ki, Hz. Aişe (Radıyallâhu Anha) validemiz imamın inmesinden sonra içecek bir şey istemiş, orucunu açmış sonra inmiştir.
Arafat'ta Vakfenin Sünnetleri
Arafat'ta vakfenin sünnetlerini, Arafat'ta vakfeyi anlattığımız bu bölüm içerisinde zikrettik. Ancak pratik olması bakımından kısa başlıklar altında tekrar zikredeceğiz.
1) Gusül abdesti almak
2) İmamın iki hutbe yapması
3) Öğle namazı vaktinde öğle ve ikindi namazlarını cemetmek
4) İki namazın hemen ardından vakfe için acele etmek
5) Oruçsuz olmak. Çünkü oruçsuz olmak dua için daha elverişlidir. Hem Resulullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'da oruçsuz olarak vakfe yapmıştır.
6) Abdestli olmak
7) Bineği üzerinde durmak
8) İmamın arkasında ona yakın bir yerde durmak
9) İnsanı duadan meşgul eden şeylerden boş, kalbi hazır bir vaziyette olmak
10) Vakfe yaptığı yerin kafilelerin yolu olmamasına dikkat etmek
11) En faziletli olana vakfeyi Rahmet dağı'nın eteklerindeki büyük taşların yanında yapmak. Eğer bu mümkün olmazsa, mümkün olduğu miktar oraya yakın bir yerde durur.
12) Ellerini yukarı kaldırarak açar ve kıbleye yönelir. Tıpkı dilenenin elleri ve yüzüyle dilendiği kişiye yönelmesi gibi.
13) Hamdettikten, lailaheillallâh dedikten ve tekbir getirip Peygamber Efendimiz'e salat ettikten sonra, hac vazifelerini insanlara bildirir, dua etmede gayret gösterir, vakfe yerinde an ve an telbiye getirir.
14) Kendisi, anne-babası ve müslüman erkek ve kadınlar için istiğfar eder.
15) Arafat'ta güneş batana kadar, telbiye getirmeye, lailaheillallâh demeye, sübhanallâh demeye, huşu, alçakgönüllülük ve ihlas ile Allâh-u Te'âlâ'ya sena etmeye, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'e salat etmeye ve ihtiyaçları için dua etmeye devam ederler.
Bütün bunlardan daha faziletlisi Tirmizi ve başkalarının rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir:
اَفْضَلُ الدُّعَاءِ يَوْمَ عَرَفَةَ وَاَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِى: لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Duaların en faziletlisi Arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediklerinin en faziletlisi de şudur: Allâh (Celle Celâluhû)'tan başka ilah yoktur ve O tektir. Ortağı yoktur. Mülk yalnız O'nundur. Hamd yalnız O'nadır, O her şeye kadirdir.
Tirmizi'nin kitabında Hz. Ali (Radıyallâhu Anh)'den nakledilen şu sözde yer alır:
اَللّٰهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ كَالَّذِى نَقُولُ وَخَيْرًا مِمَّا نَقُولُ اَللّٰهُمَّ لَكَ صَلاَتِى وَنُسُكِى وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِى وَاِلَيْكَ مَآبِى وَلَكَ رَبِّى تُرَاثِى اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَوَسْوَسَةِ الصَّدْرِ وَشَتَاتِ اْلاَمْرِ اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا تَجِيئُ بِهِ الرِّيحُ
"Allâhım! Dediğimiz gibive dediğimizden daha hayırlı olarak hamd yalnız sanadır. Allâhım! Namazım ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnız senin içindir. Dönüşüm yalnız sanadır, varlığım ancak sanadır. Allâhım! Kabir azabından, gönül vervesesinden ve işlerin dağınıklığından sana sığınırım. Allâhım! Rüzgarın getirdiği şerden sana sığınırım."
ZİYARET TAVAFI
Malum olduğu üzere haccın rukünlerinden biri de ziyaret tavafıdır. Ziyaret tavafını şu yönleriyle zikredeceğiz.
a) Rukün oluşu
b) Ziyaret tavafının ruknu
c) Ziyaret tavafının şartları
d) Ziyaret tavafının vacipleri
e) Ziyaret tavafının sünnetleri
f) Ziyaret tavafının mekanı (yeri)
g) Ziyaret tavafını zamanı
h) Ziyaret tavafının miktarı
ı) Ziyaret tavafı bayram günlerinde yapılamadığı zaman hükmü
Ziyaret Tavafının Rukün Oluşu
Ziyaret tavafının rukün olduğuna delil, Allâh-u Teâlâ'nın şu kavl-i kerimidir:
وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ
"Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler." (Hac, 29)
Bu ayet-i kerimedeki tavaftan kasdedilen icma ile ziyaret tavafıdır. Çünkü Allâh-u Te'âlâ herkese tavaf etme ile emretmiştir. Bu, tavafın herkese vacip olmasını gerektirir. Kudum tavafı (buna tavafu'llika'da denir) ve Sader tavafı (buna veda tavafı da denir) herkese vacip değilidir. Çünkü Mekke ehline vacip değildirler. O halde ziyaret tavafı taayyün etmiştir. Ayet-i kerimede beyan edilen tavaf odur. Ziyaret tavafı'dır.
Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor.
وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًا
"Yoluna gücü yetenlerin Kâbe'yi hac ve ziyeret etmeleri ansanlar üzerinde Allâh (Celle Celâluhû)'ın bir hakkıdır." (Al-i İmran, 97)
Bu ayet-i kerime'de ziyaret tavafının haccın bir ruknu olduğuna delildir. Çünkü ayet-i kerimede geçen حِجُّ الْبَيْتِ Allâh-u Te'âlâ'ya yakınlaşmak için Kâbe'yi kasdetmektir. Kâbe'nin Allâh-u Te'âlâ'ya yaklaşmak için kasdedilmesi ancak onu tavaf etmekle olur. O halde Kâbe'yi tavaf etmek rukundur. Buradaki tavaftan kasdedilen de ziyaret tavafıdır. Nitekim bunu beyan etmiştik. Bu yüzden ziyaret tavafı şer'i ıstılahda "Rukun tavafı" diye adlandırılır.
Ayrıca ümmet, ziyaret tacafının rukun olduğu hususunda icma etmiştir. Bu tavaf Harem ehline ve onlardan başkalarına vacip olan bir tavaftır. Çünkü "Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler" (Hac, 29) ayet-i kerimesi geneldir.
Ziyeret Tavafının Ruknü
Ziyaret tavafının ruknü, bu tavafın Kâbe'nin etrafında yapılarak hasıl olmasıdır. Kâbe'nin etrafında dönme işini ister bizzat kendisi yapsın veya başkasının fiili ile yapsın, ister bizzat tavaf yapmaktan aciz olup da emretmesiyle veya emretmesi olmaksızın başkası ona tavaf yaptırsın veya bizzat tavaf yapmaya kadir olsun da emriyle veya emri olmaksızın başkası onu taşısın ve tavaf yaptırsın. Şu kadar var ki, eğer tavaf yapmaktan aciz olursa, tavaf ona kifayet ederve üzerine bir ceza olmaz. Eğer tavaf yapmaya kadir ise, tavaf ona kifayet eder, fakat ona ceza olarak bir dem (bir koyun kesmek) gerekir. Tavafın caiz oluşu, Kâbe'nin etrafında yapılarak hasıl olmasından dolayıdır. Dem'in gerekliliği vacibi terkettiğinden dolayıdır. Bu vacip, tavaf yapmaya kadir olanın bizzat yürümeyi terketmesidir. Çünkü tavaf yapmaya kadir olanın Kâbe'nin etrafında bizzat kendi yürümesi vaciptir. Yürümeyi terketmesiyle tavafa bir noksanlık girmiştir. Bu noksanlığı "dem" ile telafi etmek vaciptir. Tıpkı yürümeye kadir olduğu halde binek üzerinde tavaf etmesi gibi. Yürümekten aciz olduğu zaman üzerine bir ceza yoktur. Çünkü vacibi terketmemiştir. Zira acizlikle beraber vacip olma olmaz. Tavaf hem taşıyan hem de taşınan adına olur. Çünkü farz olan tavafın Kâbe'nin etrafında hasıl olmasıydı. O da hem taşıyan hem de taşınan için hasıl olmuştur.
SORU: Taşıyanın fiili tek bir fiildir. Tek bir fiil nasıl olur da iki şahsın yerine kaim olur.
CEVAP: Bu soruya iki yönden cevap verilir.
a) Tavafta farz kılınan fiil değildir. Bilakis şahsın Kâbe'nin etrafında hasıl olmasıdır ki, o da olmuştur. Tıpkı Arafat'ta vakfede olduğu gibi. Arafat'ta vakfede de farz kılınan durma fiili değildi. Bilakis Arafat'ta olma idi.
b) Hac babında bir kişinin yürümesinin iki kişinin yürümesi yerine kaim olması caizdir. Bir deveye iki kişinin binin üzerinde tavaf etmeleri gibi. Ayrıca şeriatta gerçekten bir fiilin manen iki fiil sayılması caizdir. Örneğin: Babanın kendi malını küçük çocuğuna satması veya küçük çocuğun malını kendi adına satın alması.
Ziyaret Tavafının Şartı ve Vacipleri
Ziyaret tavafının şartı, niyettir. Bu hususta aslolan temelde tavaf niyetinin bulunmasıdır. Yoksa tavaf anında bu niyetin belirlenmesi esas değildir. Bunu şöyle açıklayalım: Mesela asla tavaf niyeti bulunmadan bir şeyden kaçtığı veya bir borçlusunu kovaladığı için tavafta bulunan kişinin tavafı makbul değildir.
Tavafta niyetin şart, Arafat'ta vakfe için niyetin şart olmamasının vechi şudur: Vakfe aynı ihram sırasında olup biten bir rukundur. Daha önce yapılan hac niyeti onun için de geçerli ve yeterli olur. Namazdaki ruku ve secdeler gibidir. Yani namaza niyet yeterli olup onlar için ayrı ayrı niyete gerek yoktur. Tavaf için aynı ihramda bulunduğu halde niyet olmaksızın gerçekleşmez. Çünkü tavafla hacdan çıkmak gerçekleşir. Hacdan çıkma halinde de ihram artık bulunmamaktadır.
Tavafın vaktinde bulunması halinde niyeti tayin etmeye ihtiyaç yoktur. Hatta hacı adayları Mina'dan Mekke'ye akın ettikleri gün bir tavafı tayin etmeksizin tavaf etseler ziyaret tavafını yapmış olurlar, sader tavafını değil. Çünkü bayram günleri ziyaret tavafı için belirlenmiş günlerdir. O halde niyeti tayin etmeye ihtiyaç yoktur. Tıpkı Ramazan'da mutlak niyetle (niyet ettim oruç tutmaya şeklindeki niyetle) oruç tutsa, bu oruç Ramazandan vaki olur. Çünkü vakit Ramazan orucu için belirlenmiştir. Bu da öyledir.
Aynı şekilde nafile tavafa niyet etse, ziyaret tavafı yerine getirilmiş olur. Tıpkı Ramazanda nafile oruç niyetiyle oruç tutsa, Ramazan orucundan vaki olması gibi.
Vaktinde vaki olan her vacip (Sader tavafı) ve sünnet (Kudum tavafı) tavaf, vaktin hakettiği tavaftan vaki olur. Bu tavaf ihramın üzerine bağlandığı tavaftır. İster niyetle bu tavafı tayin etsin, ister tayin etmesin. Şöyle ki: İhramlı bir kimse Mekke'ye geldiği ve bir şey tayin etmeksizin veya nafile tavafa niyet ederek tavaf yaptığı zaman bakılır, eğer umre ihramına girmişse, tavafı umre için vaki olur. Eğer hac (haccı ifrat) ihramına girmişse, tavafı kudum (varış) tavafı olur. Çünkü ihram onun üzerine akdedilmiştir. Aynı şekilde kıran haccı yapan, bir şey tayin etmeksizin veya nafile tavafa niyet ederek tavaf yaptığı zaman tavafı umre için olur. Sa'yetmeden önce bir tavafa niyet etmeksizin veya nafile bir tavafa niyet ederek başka bir tavaf yaparsa, bu tavaf hac için olur.
Abdestsizlikden, cunuplükten, hayız ve nifastan temizlik, tavafın caiz olmasının şartı değildir. Bize göre, taharet (temizlik) farz değildir. Bilakis vaciptir. Öyle ki, taharet olmaksızın tavaf caiz olur. Şafii (Rahimehullâh)'ye göre taharet farzdır. İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh) Peygamber Efendimiz'den rivayet edileni delil getirmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اَلطَّوَافُ صَلاَةٌ اِلَّا اَنَّ اللّٰهَ تَعَالَى اَبَاحَ فِيهِ الْكَلاَمَ
"Tavaf namazdır. Şu kadar var ki, Allâh-u Te'âlâ tavafta konuşmayı mübah kılmıştır."
Tavaf namaz olunca, namaz taharetsiz farz olmadığına göre, tavafta taharetsiz caiz olmaz.
Biz Hanefilerin delili: Bizim delilimiz Allâh-u Te'âlâ'nın şu kavli kerimidir:
وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ
"Kâbe'yi çok çok yavaf etsinler." (Hacc, 29)
Allâh-u Te'âlâ bu ayet-i kerimede tavafı, taharetten mutlak olarak emretmiştir. Kitabın mutlakını haber-i vahid ile kayıtlamak caiz değildir. O halde İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh)'nin delil olarak getirdiği "tavaf namazdır" haber-i vahid'ini teşbihe hamletmek gerekir. Yani "tavaf namaz gibidir" manasına hamledilir. Tavaf namaza benzer, hakikaten namaz değildir. Hakikaten namaz olmadığı için, tavafta taharet farz değildir. Namaza benzediği için tavafta taharet vaciptir deriz. Böylece iki delille de mümkün olduğunca amel etmiş oluruz.
Taharet tavafın vaciplerinden olunca, taharetsiz tavaf yaptığı zaman bakılır, Mekke'de bulunduğu müddetçe tavafı iade etmesi vaciptir. Çünkü iade tavafı cinsi ile telafi etmektir. Bir şeyi cinsi ile telafi etmek evladır. Sonra, eğer bayram günleri içerisinde taharetsiz yaptığı ziyaret tavafını iade ederse, üzerine bir ceza yoktur. Eğer iadeyi bayram günlerinden sonraya tehir ederse üzerine bir "dem" (bir koyun kesmek) vardır. Bu Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin görüşüdür. Eğer tavafı iade etmezde ehline dönerse, üzerine "dem" vardır. Şu kadar var ki, eğer tavafı abdestsiz yapmışsa üzerine bir koyun kesmek vardır, eğer cünüp olarak yapmışsa "bir bedene" (bir deve kesmesi) gerekir. Çünkü abdestsizlik az bir noksanlığı gerektirir. Bu yüzden onu telafi etmek için bir koyun kesmek yeterli olur. Tıpkı ziyaret tavafında bir turu terketmek gibi. Cünüplük ise aşırı bir noksanlık gerektirir. Çünkü cünüplük iki abdestsizliğin en büyüğüdür. Bu yüzden iki telafi ediciden en büyüğü ceza olarak gerekir ki, o da "bedene"dir.
İbn-i Abbas (Rahimehullâh)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
اَلْبَدَنَةُ تَجِبُ فِى الْحَجِّ فِى مَوْضِعَيْنِ اَحَدُهُمَا اِذَا طَافَ جُنُبًا وَالثَّانِى اِذَا جَامَعَ بَعْدَ الْوُقُوفِ
"Hacda bedene iki yerde vacip olur. Birincisi cünüp olarak tavaf ettiği zaman, ikincisi Arafat'ta vakfeden sonra cima ettiği zaman." (Bedayi)
Taharet, tavafın caiz olmasının şartlarından olmayınca, abdestsiz veya cünüp olarak tavaf yaptığı zaman, tavaf yerinde vaki olur. Hatta yerinde vaki olan bu ziyaret tavafından sonra cima etse, ona bir şey lazım gelmez. Çünkü ilişki ihrama tesadüf etmemiştir. Zira ziyaret tavafıyla ihramdan çıkma hasıl olmuştur. Bu ziyaret tavafını tıraş olduktan sonra veya saçlarını kısattıktan sonra yapıp sonra da cima yaptığı zamandadır. Tıraş veya saçları kısaltma olmadan ziyaret tavafını yapar, sonra da cima ederse, üzerine "dem" vacip olur. Çünkü tıraş olmadığı veya saçlarını kısaltmadığı zaman ihramı devam etmektedir. İlişki (cima) ihrama tesadüf ettiği zaman keffareti (cezayı) gerektirir. Şu kadar var ki ceza olarak bir koyun kesmesi gerekir, bedene (deve) kesmesi değil. Çünkü rukun olan ziyaret tavafı eda edilmiştir ve mutlak haramlık ortadan kalkmıştır. O halde ilişki (cima) mahza cinayet olarak kalmamıştır. Bilakis cinayet manası hafiflemiştir. Bu yüzden iki telafi ediciden en hafifi yeterlidir. O da bir koyun kesmektir.
Nesaret (pislik)'den taharet (temizlik) de icma ile tavafın caiz olmasının şartlarından değildir. O halde necasetten taharetin tahsili farz olmaz vacip de olmaz. Fakat sünnettir. Öyle ki bir kimse üzerinde bir dirhem miktarından fazla necaset (pislik) olduğu halde tavaf yapsa, caiz olur. Ve ona bir ceza gerekmez. Şu kadar var ki, bu şekil tavaf yapmak mekruhtur.
Tavafta avret yerlerini örtmek abdestsizlik ve cünüplükten taharet gibidir. Yani tavafın caiz olmasının şartlarından değildir farz da değildir, fakat vaciptir. Öyle ki, şayet çıplak olarak tavaf yapsa, Mekke'de olduğu sürece bu tavafı iade etmesi lazımdır, eğer ehline dönerse "dem" ona vacip olur. Şafii (Rahimehullâh)'ye göre, tavafın caiz olmasının şartıdır. Tıpkı abdestsizlik ve cünüplükten taharet gibi.
Şafii (Rahimehullâh)'nin delili:
اَلطَّوَافُ صَلاَةٌ اِلاَّ اَنَّ اللّٰهَ اَبَاحَ فِيهِ الْكَلاَمَ
"Tavaf namazdır. Şu kadar var ki Allâh-u Te'âlâ onda konuşmayı mubah kılmıştır." (Bedayi)
Avreti örtmek, namazın caiz olmasının şartlarındandır. Tavaf da namaz olduğuna göre avreti örtmek tavafın da caiz olmasının şartlarından olur.
Hanefilerin delili:
وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ
"Kâbe'yi çok çok tavaf ediniz." (Hac, 29)
Ayet-i kerimedeki tavaf emri, avreti örtmekten mutlak bir emirdir. Onunla kayıtlanmamıştır.
Tavafta necaset (pislik) den taharet (temizliğin) sünnet, avreti örtmenin vacip oluşu aralarındaki şu farka dayanmaktadır: Pis elbiseyle beraber tavaf yapmaktan menetmek tavaftan dolayı değildir. Bilakis mescidden dolayıdır. Yani mescide necaseti (pisliği) sokmaktan ve mescidi pisletmekten korumak içindir. O halde bu tavafta bir noksanlığı gerektirmez, telafi ediciye de gerek olmaz. Çıplak olarak tavaf yapmanın menedilmesi ise tavaftan dolayıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) çıplak olarak tavaf yapmayı şu sözüyle yasaklamıştır:
اَلاَ لاَ يَطُوفَنَّ بَعْدَ عَامِى هَذَا مُشْرِكٌ وَلاَ عُرْيَانٌ
"Bu senemden sonra ne bir müşrik ne de bir çıplak tavaf yapmasın" (Bedayi)
Buradaki yasaklama tavaf için olunca, tavafa bir noksanlık yerleşir. Bu noksanlığı dem (bir koyun kesmekle) telafi etmek vacip olur. Fakat koyun ile telafi etmek vacip oldu, bedene (deve kesme) ile değil. Çünkü tavaftaki noksanlık, abdestsizlik sebebiyle olan noksanlık gibidir.
Tavaf esnasında kadının erkeği hizalaması, tavafını bozmaz. Çünkü hizalamanın bozucu olması şeriatta kıyasa aykırı olarak, mutlak (ruku ve secdesi olan) ve müşterek namazda maruftur. Tavaf ise gerçekten namaz değildir. Ayrıca ortaklıkta yoktur.
Malum olduğu üzere bir tavaf yedi turdur. Bu turların ara hiç vermeden peşpeşe olması şart değildir. Öyle ki tavaf yapan, cenaze namazı, farz namazı veya abdestini yenilemek için tavaftan ayrılsa, sonra geri gelse kaldığı turdan tavafına devam eder. Yeni baştan tavafa başlaması gerekmez. Çünkü Allâh-u Te'âlâ şöyle buyuruyor:
وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ
"Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler." (Hac, 29)
Bu ayet-i kerime'de Allâh-u Te'âlâ, peşpeşe yapma şartından mutlak olarak tavaf etsinler buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz'den şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهُ خَرَجَ مِنَ الطَّوَافِ وَدَخَلَ السِّقَايَةَ فَاسْتَسْقَى فَسَقَي فَشَرِبَ ثُمَّ عَادَ وَبَنَى عَلَى طَوَافِهِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) tavaftan çıkıp su yerine girdi. Su istedi, kendisine su verildi ve içti, sonra döndü ve tavafına kaldığı yerden devam etti." (Bedayi)
Tavafın vaciplerinden biri de yürüyerek tavaf etmektir. Binerek değil. Şayet yürümeye gücü olmazsa binerek tavaf yapar. Yürümeye gücü yettiği halde binerek tavaf yaparsa, Mekke'de olduğu müddetce tavafını iade eder. Ehline dönerse "dem" gerekir. Bu biz Hanefilere göredir. Şafii (Rahimehullâh)'ye göre, özür olmaksızın binerek tavaf ederse üzerine hiçbir ceza yoktur. Delili Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'dan rivayet edilen şu hadistir:
اَنَّهُ طَافَ رَاكِبًا
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) binerek tavaf yapmıştır." (Bedayi)
Bizim delilimiz:
وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ
"Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler." (Hac, 29)
Binici olan gerçekten tavaf eden değildir. O halde bu, tavafta noksanlık gerektirmiştir. Bu noksanlığı "dem" ile telafi etmek de vacip olmuştur. Peygamber Efendimiz'in fiiline gelince, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunu başka bir özürden dolayı yapmıştır. Bu özür öğretmesidir. Cabir (Radıyallâhu Anha)'den bu şekilde rivayet edilmiştir ki:
اَنَّ النَّبِيَّ ص طَافَ رَاكِبًا لِيَرَاهُ النَّاسُ فَيَسْئَلُوهُ وَيَتَعَلَّمُوا مِنْهُ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) binerek tavaf yaptı ki insanlar onu görsün de ona sorsunlar ve ondan öğrensinler." (Bedayi) Bu özürdür.
Bir kimse yürümeye kadir olduğu halde dizleri üstünde emekleyerek tavaf yapmayı kendine vacip kılsa, yürüyerek tavaf yapması vacip olur. Çünkü bu kimse meşru olmayan bir cihet üzerine ibadeti vaki kılmayı adamıştır. Bu yüzden o cihet geçersiz olmuş asıl ibadeti adamak kalmıştır. Eğer emekleyerek tavaf ederse, Mekke'de ise bu tavafı iade eder. Eğer ehline dönmüşse "dem" ona vacip olur. Çünkü vacipi terketmiştir. "Asl" isimli eserde de böyle zikredilmiştir. "Kadı", "Muhtasaru'l Tahavi"de şöyle zikretmiştir: Emekliyerek tavaf ederse, ona kifayet eder. Çünkü kendine vacip kılığı şeyi eda etmiştir. Öyle ise kifayet eder. Tıpkı gaspedilen yerde iki rekat namaz kılmayı veya bayram günü oruç tutmayı adayana başka bir yerde namaz kılmanın, başka bir günde oruç tutmanın vacip olması gibi. Şayet gaspedilen yerde namaz kılarsa, bayram günü oruç tutarsa, ona kifayet eder. Ve adak sorumluluğundan çıkmış olur. Bu da öyledir.
Tavafa Haceru'l Esved'den başlamak tavafın caiz olmasının şartlarından değildir. Bilakis bu, zahiru'rrivaye'de sünnettir. Hatta tavafın hiçbir özür yokken Haceru'l Esved'den başlatmasa kerahatla beraber ona kifayet eder. Çünkü Allâh-u Te'âlâ şöyle buyurmuştur.
وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ
"Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler." (Hac, 29)
Ayet-i kerimede tavaf Haceru'l Esved'den başlamaktan mutlaktır. Şu kadar varki Haceru'l Esved'den başlamazsa mekruh olur. Çünkü sünneti terketmiştir. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh) şöyle zikretmiştir: Tavafı Haceru'l Esved'den başka bir yerden açarsa, bu tura itibar edilmez. Haceru'l Esved'e geldiğinde tavafa oradan başlar. Bu, tavafa Haceru'l Esved'den başlamanın, tavafın cevazının şartı olduğuna delalet etmektedir. Sünnet veya farz vechi üzere tavafa Haceru'l Esved'den başlamanın delili şu rivayet edilendir.
اَنَّ اِبْرَاهِيمَ ص لَمَّا اِنْتَهَى فِى الْبِنَاءِ اِلَى مَكَانِ الْحَجَرِ قَالَ لِاِسْمَاعِيلَ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ اِئْتِنِى بِحَجَرٍ اَجْعَلُهُ عَلاَمَةً لِابْتِدَاءِ الطَّوَافِ فَخَرَجَ وَجَاءَ بِحَجَرٍ فَقَالَ ائْتِنِى بِغَيْرِهِ فَأَتَاهُ بِحَجَرٍ آخَرَ فَقَالَ ائْتِنِى بِغَيْرِهِ فَأَتَاهُ بِثَالِثٍ فَاَلْقَاهُ وَقَالَ جَائَنِى بِحَجَرِ مَنْ اَغْنَانِى عَنْ حَجَرِكَ فَرَأَى الْحَجَرَ اْلأَسْوَدَ فِى مَوْضِعِهِ
"İbrahim (Aleyhisselam) Kâbe'yi bina etmede Haceru'l Esved'in yerine ulaşınca, İsmail (Aleyhisselam)'e: Bana bir taş getir onu tavafa başlamaya alamet yapayım dedi. İbrahim (Aleyhisselam) çıktı ve bir taş getiridi. İbrahim (Aleyhisselam) ondan başka bir taş getir dedi. Başka bir taş getirdi. Başka bir taş getir dedi. Üçüncü taşı ona getiridi. İbrahim (Aleyhisselam) taşı attı ve şöyle dedi: Senin taşına ihtiyaç bırakmayanın taşı bana geldi. İsmail (Aleyhisselam) Haceru'l Esved'i yerinde gördü." (Bedayi)
Tavafa Haceru'l Esved'in sağından başlamak tavafın caiz olmasının şartlarından değildir. Ashabımız arasında bu hususta ihtilaf yoktur. Hatta tavafa tersine yani Haceru'l Esved'in solundan başlarsa caiz olur. Ve bu tavaf itibara alınır. Şafii (Rahimehullâh)'e göre tavafa Haceru'l Esved'in sağından başlamak tavafın caiz olmasının şartlarındandır. Delili Peygamber Efendimiz'den rivayet edilen şu hadistir:
اَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ص اِفْتَتَحَ الطَّوَافَ مِنْ يَمِينِ الْحَجَرِ لاَ مِنْ يَسَارِهِ
"Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) tavafı Haceru'l Esvedin sağından açtı, solundan değil." (Bedayi)
Bu Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den haccın menasikini (törenlerini-vazifelerini) öğretmektir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle demiştir.
خُذُوا عَنِّى مَنَاسِكَكُمْ
"Hac vazifelerini benden alınız" (Bedayi)
O halde Peygamber Efendimiz'in başladığı yerden başlamak vaciptir. Bizim delilimiz:
وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ
"Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler." (Hac, 29)
Ayet-i Kerime sağdan veya soldan başlama şartından mutlaktır. Peygamber Efendimiz'in fiili vucud üzerine hamledilmiştir. Bu sebeple biz bunun vacip olduğuna hükmediyoruz. İmam Kadı bunu böyle zikretmiş ve Mekke'de durduğu müddetçe bu tavafı iade etmesi üzerine vaciptir. Eğer ehline dönerse dem üzerine vacip olur demiştir. Bunun vechi şudur: Bu kimse vacibi terketmiştir. Mekke'de bulunduğu zaman içerisinde terkettiği bu vacibi (yeniden tavaf yaparak) cinsiyle telafi etmeye kadirdir. O halde yeniden tavaf yaparak, vecihlerin en mubalağalısı ile noksanlığı telafı etmesi vacip olur. Ehline döndüğü zaman kaçanı cinsi ile telafi etmekten aciz olmuştur. O halde onu mümkün olduğu miktar telafi etmek için hilaf-ı cinsi (yani dem) ile telafi eder.
Hacı adayı kudum tavafı yapmış ve akabinde sa'y etmişse, ziyaret tavafından remel yapmaz. Kudum tavafı yapmamış veya kudum tavafını yapmış fakat akabinde sa'y etmemişse ziyaret tavafında remel yapar. Bu hususta kural şudur: Remel, akabinde sa'y olan tavafın sünnetidir. Her tavaf ki akabinde sa'y vardır, onda remel olur. Yoksa olmaz.
Tavafta konuşmak mekruhtur. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
فَمَنْ نَطَقَ فِيهِ فَلاَ يَنْطِقْ اِلاَّ بِخَيْرٍ
"Kim tavafta konuşursa ancak hayrı konuşsun." (Bedayi)
Ayrıca tavafta konuşmak onu dua etmekten alıkoyar. Tavafta Kur'an okursa, sesini yükseltmesi mekruhtur. Çünkü bununla başkaları eziyet görür. Çünkü sesi yükseltmek onları dua etmekten alıkoyar. Sessizce Kur'an okumasında bir beis yoktur. İmam-ı Mâlik tavaf yaparken Kur'an okumak mekruhtur demiştir. Bu doğru değildir. Çünkü Kur'an okumak cünüplük ve hayız halleri dışında bütün hallerde menduptur.
Meşayıhtan bazıları tesbih evladır demişlerdir. Mestlerini veya nalınlarını giymiş olduğu halde tavaf etmesinde bir beis yoktur. Çünkü Peygamber Efendimiz'den şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهُ طَافَ مَعَ نَعْلَيْهِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) nalınlarıyla beraber tavaf etmiştir."
Ayrıca namazın hükmü daha dar olmakla beraber mestler ve nalınlar temiz oldukları zaman onlarla beraber namaz kılmak caizdir. Şüphesiz bunlarla beraber tavafın caiz olması evladır.
Tavafın Yeri
Tavafın yeri Mescid-i Haram'da Kâbe'nin çevresidir. Çünkü ayet-i kerimede "Kâbe'yi tavaf etsinler" buyrulmaktadır. Kâbe'yi tavaf, çevresini tavaf etmektir. O halde tavaf, Kâbe'ye yakın olsun veya uzak olsun Mescid-i Haram içerisinde caiz olur. Öyle ki Mescid-i Haram'ın dış duvarına yakın bir yerde mescidin içinde tavaf yaparsa tavafı caiz olur. Çünkü Kâbe'yi tavaf, Kâbe'nin çevresinde meydana gelmiştir.
Şayet mescidin çevresinde, Kâbe ile kendisi arasında mescidin dış duvarları olduğu halde tavaf yaparsa caiz olmaz. Çünkü mescidin duvarları aralayıcıdır. O halde bu tavaf Kâbe'nin çevresinde yapılmadığı için Kâbe'yi değil mescidi tavaftır. Ayrıca mescidin duvarlarının arada olmasıyla beraber mescidin çevresinde yapılan tavaf caiz olacak olsa, Mekke ve Harem'in çevresinde de tavafın caiz olması gerekir. Bu caiz değildir.
Tavafı "Hatim"in dışından yapar. Çünkü "Hatim" Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in diliyle Kâbe'den kabul edilmektedir.
Rivayet edilmiştir ki, bir adam Kâbe'de iki rekat namaz kılmayı adamıştı, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ona "Hatim"de iki rekat namaz kılmayı emretmişti.
Yine rivayet edilmiştir ki, Hz. Aişe (Radıyallahu Anha) validemiz namaz kılmayı adamıştı, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) "Hatim"de iki rekat namaz kılmasını emretmişti.
SORU: "Hatim" Kâbe'den olduğuna göre namazda oraya yönelmek niçin caiz değildir.
CEVAP: "Hatim"in Kâbe'den oluşu haber-i vahid ile sabittir. Namazda Kâbe'ye yönelmek ise kitab-ı aziz'in nassı ile sabittir. O da Allâh-u Te'âlâ'nın şu kavl-i kerimidir:
وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ
"Nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına çeviriniz."
Haber-i ahad ile, kitabın nassıyla amel etmek için "Hatim"in ötesinden tavaf yapmada, kitabın nassı ile amel etmeyi terketmek yoktur. Bilakis bunda her ikisiyle amel etmek vardır. Kitabın nassı mealen "Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler" ayet-i kerimesidir.
Şayet "Hatim"in dışından değil de içinden tavaf yaparsa, tavafı iade etmesi vaciptir. Çünkü "Hatim", Kâbe'den olunca, Hatim'in içinden tavaf yapınca Kâbe'nin bir kısmını tavaf etmeyi terketmiş oldu. Halbuki farz kılınan Kâbe'nin bütününü tavaf etmektir. Çünkü Allâh-u Te'âlâ mealen şöyle buyuruyor: "Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler." (Hac, 29)
İade hususunda en faziletli olan tavafın tamamını iade etmektir. Tertibe rivayet etmek için güzel olan budur. Sadece Hatim'in içinden yapılanı dışından yaparak iade ederse, ona kifayet eder. Çünkü terkedilen orasıdır, başka yer değildir. O da onu telafi etmiştir.
Şayet tavafı iki şekilden biriyle iade etmez de ehline dönerse, "dem" ona vacip olur. Çünkü "Hatim" Kâbe'nin dörtte biridir. O halde bu kişi tavafın dörtte birini terketmiştir.
Tavafın Zamanı
Ziyaret tavafının ilk vakti, bayram gününden ikinci fecir doğduğu zamandır. (yani bayram günü sabah namazının vakti girdiği zamandır) Bu hususta ashabımız arasında ihtilaf yoktur.
Şafii (Rahimehullâh)'ye göre, ziyaret tavafının ilk vakti, bayram gecesinin yarısından itibaren başlar. Bu doğru değildir. Çünkü bayram gecesi başka bir ruknün yani Arafat'ta vakfenin vaktidir. Bu yüzden ziyaret tavafına vakit olamaz. Çünkü bir vakit iki rukne vakit olamaz.
Ziyaret tavafının son vakti için farz olarak mayyen bir vakit yoktur. Bilakis bütün gündüz ve geceler farz olarak onun vaktidir. Ashabımız arasında bu hususta da bir ihtilaf yoktur. Fakat ziyaret tavafının son vakti vacip olarak bayram günleriyle vakitlendirilmiştir. Bu Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göredir. Öyle ki bir kimse ziyaret tavafını bayram günlerinden sonraya bıraksa, İmam-ı Azam (Rahimehullâh)'a göre ona "dem" (bir koyun kesmek) vacip olur.
Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed (Rahimehumellah)'e göre, asla vakitlenmiş değildir. Bu iki imama göre ziyaret tavafını bayram günlerinden sonraya bıraksa, üzerine hiçbir şey yoktur. (Rahimehullâh)'de bununla amel etmiştir. Delil olarak şu rivayet edileni zikretmişlerdir:
اَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ص سُئِلَ عَمَّنْ ذَبَحَ قَبْلَ اَنْ يَرْمِيَ فَقَالَ اِرْمِ وَلاَ حَرَجَ وَمَا سُئِلَ يَوْمَئِذٍ عَنْ اَفْعَالِ الْحَجِّ قُدِّمَ شَيْءٌ مِنْهَا اَوْ اُخِّرَ اِلاَّ قَالَ اِفْعَلْ لاَ حَرَجَ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şeytan taşlamadan önce kurban kesenden soruldu. Şeytan taşla, hiçbir zorluk yoktur buyurdu. O gün takdim edilen veya tehir edilen hac fiillerinden sual edilmediği bir şey yok ki, yap, hiçbir zorluk yoktur demesin." (Bedayi)
Bu rivayet, ziyaret tavafının sonunu vakitlendirmeyi nefyediyor. Tehir etmeyle "dem" vacip olmasını da nefyediyor.
Ayrıca, şayet sonu vakitlendirilmiş olsaydı, son vaktin geçmesiyle ziyaret tavafı düşerdi. Tıpkı Arafat'ta vakfe gibi. Ziyaret tavafı düşmediğine göre, sonu bir vakitle vakitlendirilmemiştir.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin delili: Tehir etmek, telafi edicinin vacip olması hakkında terketmek mesabesindedir. Şu delille ki, bir kimse mikatı (ihrama girme yeri) ihramsız olarak geçer sonra da ihrama girerse, ona "dem" lazım gelir. Halbuki bu kişinin yaptığı sadece bir vazifeyi tehir etmektir. Aynı şekilde namaz babında bir vacibi tehir etmek, telafi edicinin (yani sahiv secdesinin) vacip olması hakkında terketme mesabesindedir.
Bu hususta fıkıh şudur: Bir vacibi eda etmek vacip olduğu gibi, vacibin mahalline riayet etmek de vaciptir. O halde tehir, vacip olan riayet etme "ki, o, vacibe mahallinde riayet etmedir"yi terketmek, terk de iki vacibi terketmek oldu. Vaciplerden biri vacibin kendisini eda etmektir, diğeri vacibe mahallinde riayet etmektir. Bu vacibi terkedince "dem" onu telafi etmesi vacip olmuştur.
Ziyaret tavafının sonu, İmam-ı Azam (Rahimehullâh)'a göre, vacip olarak bayram günleri ile vakitlendirilince, onu bu günlerden sonraya bırakırsa vacibi terketmiş olur. Bu da tavafta bir noksanlık meydana getirir. Ve bu noksanlığı "dem" ile telafi etmek vacip olur.
Diğer iki imamımıza göre, ziyaret tavafının sonu bir vakit vakitlendirilmeyince, hangi vakitte onu yaparsa, tavafı vaktinde yapmış olur. Ve tavafa bir noksanlık girmiş olmaz. Bu iki imamımızın zikretmiş olduğu hadis-i şerifte onların lehine bir delil yoktur. Çünkü hadiste zorluğu nefyetmek vardır. Bu da günahı nefyetmedir. Günahın nefyedilmesi, kefaretin (cezanın) vacip olmasını nefyetmez. Tıpkı başındaki bir eziyetten dolayı ihramlı olan birinin başını tıraş etmesi gibi. Bu kişi günahkar olmaz. Fakat "dem" üzerine vaciptir. Burada da öyledir. Yine iki imamın delil olarak, "son vaktin geçmesiyle ziyaret tavafı düşmez" sözleri doğrudur. Fakat bu, ziyaret tavafının vakitlendirilmesini ve bu vakit içerisinde vacip olmasını menetmez. Tıpkı farz namazlar gibi. Farz namazlar vakitlendirilmiş olsalar da vakitlerinin çıkmasıyla zimmetten düşmezler, öyle ki kaza edilirler. Bu da öyledir.
En faziletli olan ziyaret tavafını bayram günlerinin evvelinde yapmaktır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اَيَّامُ النَّحْرِ ثَلاَثَةٌ اَوَّلُهَا اَفْضَلُهَا
"Bayram günleri üçtür. İlki en faziletli olandır." (Bedayi)
Şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهُ ص طَافَ فِى اَوَّلِ اَيَّامِ النَّحْرِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bayram günlerinin ilkinde tavaf etmiştir." (Bedayi)
Malumdur ki, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), ibadetleri en faziletli vakitlerinde yerine getirirdi.
Ayrıca bu, ziyaret tavafıyla ihramdan çıkma tamam olur, o halde bunda acele etmede cima'a düşüp, ceza olarak "bedene" (bir deve kesmek)'nin lazım gelmesinden kendini korumak vardır.
Tavafın Miktarı
Tavafın farz olan miktarı, turların çoğunda ibarettir. Bu da üç tur ve dördüncü turun ekserisidir. Turları yediye tamamlamak ise farz değil, vaciptir. Öyle ki bir kimse ziyaret tavafının turlarından çoğunu yaptıktan sonra hanımıyla cinsi ilişkide bulunsa, ceza olarak "bedene" (bir deve kesmek) lazım gelmez. Sadece bir koyun kesmesi gerekir. Bu, biz Hanefilerin görüşüdür. Şafii (Rahimehullâh) yedi turun yedisinin de farz olduğunu söylemiştir. Ona göre bir kimse yedi turu yapmadıkça ihramdan çıkmış olmaz.
Şafii (Rahimehullâh)'nin görüşünün vechi: İbadetlerin miktarları içtihat ile bilinmez, onlar tevkîfi'dir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yedi tur tavaf yapmıştır. Ondan azına itibar edilmez.
Bizim delilimiz: Allâh-u Te'âlâ mealen "Kâbe'yi çok çok tavaf etsinler" (Hac, 29) buyuruyor. Hanefi usulcülerine göre mutlak emir tekrarı gerektirmez. Şu kadar var ki, bir turdan turların çoğuna kadar ziyade başka bir delille sabit olmuştur o da icma'dır. Turların çoğu üzerine ziyade yapma hususunda ise icma yoktur.
Ayrıca turların çoğunu yapan tavafın çoğunu yerine getirmiştir. Hac babında ihramdan çıkma kendisiyle hasıl olan şeyde çoğunluk, bütünün yerine kaim olur.
Tavaftan farz kılınan miktar, sadece bu miktardır. Bu miktarı yerine getirdiği zaman, ihramdan çıkma onunla hasıl olur. Bu yüzden cinsi ilişki ile, artık ona "bedene" (bir deve kesmek) ceza olarak gerekmez. Çünkü dördüncü turun çoğundan sonraki turlar farz değil, vaciptir, farz değildir. Vacibin terki ile bir koyun kesmek lazım gelir. "Bedene" (bir deve kesmek) değil. Tıpkı şeytan taşlamada olduğu gibi.
Ziyaret Tavafını Bayram Günlerinde Yapamayıp Kaçırmanın Hükmü
Ziyaret tavafı bayram günlerinde yapılamadığı zaman hacı adayının zimmetinden düşmez. Onu yerine getirmesi vaciptir. Çünkü sair vakitlerde ziyaret tavafının vaktidir. Nitekim bunu beyan etmiştik. Arafat'ta vakfe böyle değildir. Onu vaktinden kaçırdığı zaman, düşer. Çünkü Arafat'ta vakfe özel bir vakitle vakitlendirilmiştir.
Bayram günlerinde ziyaret tavafını yapamayan hacı adayı, eğer Mekke'deyse, ilk ihramıyla onu yapar. Çünkü ilk ihram durmaktadır. Zira ihramda çıkmak tavaf iledir ki, o da henüz yapılmamıştır. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre ziyaret tavafını baryram günlerinden sonraya bıraktığı için bir "dem" kesmesi gerekir.
Eğer bu hacı adayı Mekke'ye değil de evine dönmüşse, birinci ihramıyla Mekke'ye dönmesi üzerine vaciptir. Yeni bir ihrama ihtiyacı yoktur. Çünkü bu hacı adayı kadınlar hususunda, Mekke'ye dönüp ziyaret tavafını yapıncaya kadar ihramlıdır.
Mekke'ye dönüp ziyaret tavafını yaptıktan sonra ceza olarak bir "dem" gerekir. Çünkü ziyaret tavafını bayram günlerinden sonraya bırakmıştır. Bu Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göredir.
"Bedene" (bir deve kesmek) ziyaret tavafının yerini tutmaz. (yani ziyaret tavafı yapmayan hacı adayı bunun yerine bir deve kesse, ziyaret tavafını yapmış sayılmaz.) Çünkü ziyaret tavafı rukundur. Haccın rukünleri yerine herhangi bir bedel kifayet etmez. Başka bir şey de onun yerini tutmaz. Bizatihi bu fiilin yapılması gereklidir. Nitekim Arafat'ta vakfe de böyledir. Çünkü o da rukundur.
Bir hacı adayı ziyaret tavafı için üç tur yapsa, bu kişi ile ziyaret tavafını hiç yapmayan kişi eşittir. Cüz az bütünün yerine kaim olmaz.
Bir hacı adayı ziyaret tavafını cünüp olarak veya abdestsiz olarak yahut dört turunu yapsa, sonra da ehline dönse, bakılır; cünüp olarak tavaf etmesi durumunda, yeni bir ihramla Mekke'ye dönmesi ve ziyaret tavafını iade etmesi üzerine vaciptir.
Böyle yapması azimettir. Azimet yoluyla Mekke'ye dönmesinin vacip oluşu, cinayet sebebiyle tavaftaki noksanlığın aşırı olmasından dolayıdır. Turların çoğunu terketmesinde olduğu gibi. Yeniden ihrama girmesi ise, cünüp olarak ziyaret tavafını yapmasıyla ihramdan çoıkması hasıl olduğu içindir. Çünkü biz Hanefilere göre abdestsizlik ve cünüplükten taharet, tavafın caiz olmasının şartı değildir. O halde ihramda çıkma hasıl olunca, bu kişi ihramsız olur. Mekke'ye de ihramsız girilemeyeceğine göre, yeniden ihrama girmesi gerekir.
Cünüp olarak ziyaret tavafını yapan kişi Mekke'ye dönmezse, fakat bir bedene (bir deve) gönderirse caiz olur. Çünkü "bedene" (bir deve) cünüpluk sebebiyle olan noksanlığı telafi eder.
Ziyaret tavafını abdestsiz olarak veya dört tur olarak yapmışsa bakılır; eğer döner ve tavaf yaparsa caiz olur. Çünkü noksanlığı cinsi ile telafi etmiş olur. Eğer bir koyun gönderirse, yine caiz olur. Çünkü noksanlık azdır, koyun ile telafi edilir. En faziletlisi koyun göndermesidir. Çünkü koyun noksanlığı telafi eder, fakirlere fayda sağlar ve bu kişiden Mekke'ye dönmeye meşakkatini kaldırır. Eğer Mekke'de ise ziyaret tavafını yapması daha faziletlidir. Çünkü bu bir şeyin cinsi ile telafi etmektir.
Sonra... Namazın mekruh olduğu vakitlerde tavaf yapmak mekruh değildir. Şu kadar var ki her tavaftan sonra kılınması vacip olan iki rekat tavaf namazını bu mekruh vakitte kılmaz. Bilakis kerahatin olmadığı vakte kadar bekler.
Tavafları birbirine bitiştirmek mekruhtur (yani tavaf yaptıktan sonra onun namazını kılmayıp ikinci bir tavaf yapmak mekruhtur) Ebû Yûsuf'a (Rahimehullâh) göre tek sayı olarak tavafları birbirine bitiştirmede bir beis yoktur. Yani üç-beş tavaf gibi.
Bir kimse bi tavaf yapsa hemen sonra ikinci bir tavaftan bir veya iki tur yaptıktan sonra tavafı tavafa bitiştirmenin uygun olmadığını hatırlasa başladığı yeni tavafı kesmez bilakis onu tamamlar.
HACCIN VACİPLERİ
Biz Hanefilere göre haccın vacipleri yirmiikidir. "Lubab" isimli eserde bunları otuzbeşe kadar çıkarmıştır. Bu vacipler beş maddede toplanmıştır.
1. Safa ile Merve arasında koşmak. (sa'y)
2. Müzdelife vakfesi
3. Şeytan taşlama (cemreleri atmak)
4. Saçları tıraş veya kısaltma
5. Sader (dönüş-veda) tavafı
Sa'y (Safa ile Merve arasında koşmak)
Sa'y'i şu başlıklar altında anlatacağız.
a) Sa'y'in niteliği
b) Sa'y'in miktarı
c) Sa'y'in ruknu
d) Sa'y'in caiz olma şartları
e) Sa'y'in sünnetleri
f) Sa'y'in vakti
g) Vaktinden sonraya bırakıldığı zaman hükmü
Sa'y'in Niteliği
Ashabımız (Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed Rahimehumullah) Safa ile Merve arasında sa'y yapmanın vacip olduğunu söylemişlerdir. Şafii (Rahimehullâh) farzdır demiştir. Öyleki, hacı adayı sa'y den bir adımı terk etse ve müslümanların memleketlerinden en uzak bir yere gitse, dönüp bu yere ayağını koyup adımını atmakla emrolunur.
Şafii (Rahimehullâh) nin delili: Safiyye bint-i Fulan'dan şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهَا سَمِعَتْ اِمْرَأَةً سَأَلَتْ رَسُولَ اللّٰهِ ص عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ اِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى كَتَبَ عَلَيْكُمُ السَّعْيَ بَيْنَ الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ
"Safiyye bint-i Fulan, bir kadının Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'e bundan sual ettiğini, Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in de "Allâh-u Te'âlâ size Safa ile Merve arasında sa'y etmenizi yazdı dediğini işittim. " (Bedayi)
Bu rivayetteki "yazdı" kelimesi "farz kıldı" anlamındadır.
Bizim delilimiz
وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ
"Kâbe'yi ziyaret etmek insanlar üzerine Allâh (cellecelâlühû)'ın hakkıdır."
Ayet-i Kerime'deki حِجُّ الْبَيْتِ Kâbe'yi ziyaret etmektir. Bunun zahiri ziyaret tavafının rukun olmasını, başka bir şeyin rukün olmamasını gerektirir. Şu kadar var ki başka bir delille Arafat'ta vakfe de rukun sayılmıştır. Kim sa'y'in de farz olduğunu iddia ederse delilini getirmek onun üzerinedir. Yine Peygamber Efendimizin mealen "Hac Arafat'tır." buyurmasının zahiri haccın ruknunun Arafat'ta vakfe olmasını başka bir şey olmamasını gerektirmektedir. Şu kadar varki, ziyaret tavafıda rukun sayılmıştır. Kim sa'y in farz olduğunu iddia ederse, delil getirmek onun üzerinedir. Hz. Aişe (Radıyallâhu Anha) validemizden şöyle dediği rivayet edilmiştir.
مَا تَمَّ حَجُّ امْرِئٍ قَطُّ اِلاَّ بِالسَّعْيِ
"Asla bir kimsenin haccı tamam olmaz. Ancak sa'y ile tamam olur." (Bedayi)
Bu hadisi şerifte sa'y'in vacip olduğuna, farz olmadığına işaret vardır. Çünkü Hz. Aişe (Radıyallâhu Anha) sa'y olmaksızın yapılan haccı noksanlıkla vasfetmiştir. Fesat ile değil. Noksanlığı gerektiren şey vacibi kaçırmaktır. Farzı kaçırmak ise noksanlığı değil, fesadı (haccın bozulmasını) gerektirir.
Safa ile Merve arasında sa'y yapmak vacip olunca, eğer kişi bunu bir özürden dolayı terkederse, ceza olarak üzerine bir şey yoktur. Özür olmaksızın terk ederse ona "dem" lazım gelir. Çünkü bir koyun kurban etmenin vacip olması bu babda vacibi terk etmenin hükmüdür. Bunun delili Sader tavafı (veda tavafı)dır. Sader tavafının vacip olduğuna delil de Peygamber Efendimiz'den şöyle rivayet edilmiş olmasıdır.
أَنَّهُ قَالَ مَنْ حَجَّ هَذَا الْبَيْتَ فَلْيَكُنْ آخِرَ عَهْدِهِ بِالْبَيْتِ الطَّوَافُ
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur. "Kim bu Kâbe'yi ziyaret ederse ona karşı son vazifesi tavaf olsun." (Bedayi)
Hayızlı olan kadına bu hususta ruhsat verilmiştir. Haccın rukunleri böyle değildir. Onlar özür sebebiyle düşmezler. Çünkü bir şeyin ruknü, o şeyin zatıdır, ruknu yerine getirmediği zaman o şey mevcut olmaz. Tıpkı namazın rukunleri gibi. Vacip rukun gibi değildir. Sa'y'in dört turunu terk ederse "dem" gerekir. Kural şudur: Bütününü terk etmede "dem" vacip olan şeyin çoğunluğunu terk etmede de "dem" vacip olur. Şayet sa'y'in üç turunu terk ederse her bir tur için bir sadaka verir.
Kural şudur: Bütününde "dem" vacip olan şeyin, azında sadaka vacip olur.
Safa ve Merve tepelerine yükselmeyi terk etmek mekruhtur. Üzerine herhangi bir ceza gerekmez. Çünkü Safa ve Merve'ye yükselmek sünnettir. Terki ise mekruhtur. Terkinden dolayı ceza gerekmez. Tıpkı tavafta remel'i terk etmek gibi.
Sa'y'in Miktarı
Safa ile Merve arasında sa'y'in miktarı icma ile yedi turdur. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de sa'y'i yedi tur yapmıştır. Safa'dan Merve'ye kadar bir tur sayılır.
Merve'den Safa'ya kadar da ayrı bir tur sayılır. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir.
طَافَ بَيْنَهُمَا سَبْعَةَ اَشْوَاطٍ
"Safa ile Merve arasında yedi tur ile sa'y etti." (Bedayi)
Sa'y'in Ruknü
Sa'y'in ruknü, Safa ile Merve arasında olmasıdır. Sa'y'in kendi fiiliyle olması, kendisini sa'y etmekten acız olması durumunda başkasının fiiliyle olması eşittir. Şöyle ki hacı adayı baygın veya hasta olması durumunda bir başkası onu taşıyarak veya bir şeye bindirerek sa'y ettirebilir.
Şayet kendisi sa'y etmeye kadir iken taşınırsa veya bir şeye bindirilir ve öylece sa'y ettirilirse, ona "dem" vacip gelir. Çünkü yürümeye kadir olduğu zaman kendi başına yürüyerek sa'y etmesi vaciptir. Bunu terk ederse özürsüz olarak vacibi terketmiş olur. Ve ona "dem" lazım gelir. Tıpkı tavafta özür olmaksızın yürümeyi terketmek gibi.
Sa'y'in Caiz Olmasının Şartları
1. Sa'y'in sahih bir tavaftan veya bu tavafın coğunluğunun (dört tur) yapılmasından sonra yapılması. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur.
خُذُوا عَنِّى مَنَاسِكَكُمْ
"Hac vazifelerini benden alınız."
Ayrıca sa'y tavafa tabi bir ibadettir.
2. Meşhur rivayete göre Safa'dan başlayıp Merve'de bitirmektir. Öyle ki bi kimse Merve'den başlasa ve Safa'da bitirse bir tur iade etmesi gerekir. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'den bunun şart olmadığı rivayet edilmiştir. Merve'den başlasa ona bir şey gerekmez demiştir. Bu rivayetin vechi: Bu kişi asıl sa'yi yapmıştır. Terketmiş olduğu sadece tertiptir. Bu yüzden ona iade etmek lazım gelmez. Tıpkı abdestte tertibi terketmek gibi. Diğer imamlarımızın delili: Burada tertip emredilen şeydir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in fiili vardır. Sözü şudur.
لَمَّا نَزَلَ قَوْلُهُ عَزَّ وَجَلَّ "اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّٰهِ" قَالُوا بِأَيِّهِمَا نَبْدَأُ يَا رَسُولَ اللّٰه فَقَالَ ص نَبْدَأُ بِمَا بَدَأَ اللّٰهُ
"Aziz ve Celil olan Yüce Rabbimizin "Şüphesiz Sefa ve Merve Allâh (cellecelâlühû)'ın nişanelerinden" kavl-i kerimi nazil olunca, dediler ki: Bu ikisinden hangisiyle başlayalım Ey Allâh (cellecelâlühû)'ın Rasulu! Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Allâh-u Te'âlâ'nın başladığı ile başlayalım."
Fiilide şudur: Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sa'y'e Safa ile başlayıp Merve ile bitirmiştir. Bu gibi şeylerde Peygamber Efendimiz'in fiili gerekli kılıcıdır.
Safadan başlamak gerekli olunca Merve'den Safa'ya doğru başladığı zaman, bu tura itibar edilmez. Safa'dan Merve'ye geldiği zaman, bu ilk tur olur. Altı turdan sonra Safa'dan Merve'ye dönmesi vaciptir, ta ki yedi tur tamamlanmış olsun.
Cünüblükten ve hayızdan temiz olmak sa'y'in şartı değildir. O halde cünüb ve hayızlı olan, cünüblükten ve hayızdan temiz olduğu halde Kâbe'yi tavaf ettikten sonra sa'y ederse sa'y'i caiz olur. Çünkü sa'y etme Kâbe'ye taallûk etmeyen bi hac vazifesidir. O halde tıpkı Arafat'ta vakfede olduğu gibi cünüblük ve hayızdan taharet şart kılınmaz. Şu kadar var ki tavafın cünüplük ve hayızdan temizlik üzere yapılması gerekir. Çünkü sa'y tavaf üzerine düzenlenmiştir ve onun tabilerindendir. Cünüplük ve hayızla beraber tavaf ise itibar edilen bir tavaf değildir. Hatta onu iade etmek vaciptir. Tavafa, cünüplük ve hayızdan temiz olarak yapıldığı zaman, tavafın caiz olmasının şartı bulunmuş olur ve bu tavaf caiz olur. Bu tavafa tabi olarak cünüp ve hayızlğının yaptığı sa'y de caiz olur. Çünkü aslı yani tavafın şartı bulunmuştur. Zira tabi şart ile tek başına ele alınmaz bilakis aslın (tavafın) şartı ona yeter.
Hasıl-ı Kelam: Tavafın cünüplük ve hayızdan temiz olarak hasıl olması, sa'yin caiz olmasının şartlarındandır. Eğer tavaf vaktinde temiz olursa, sa'yi caiz olur. Bu sa'yi ister temiz haldeyken yapsın, isterse temiz halde değilken yapsın farketmez.
Eğer tavaf vaktinde temiz değilse, mustakil olarak sa'yi caiz olmaz. Bu sa'yi temizken veya temiz değilken yapması eşittir. Hüküm değişmez.
Sa'y'in Sünnetleri
Her turun bir kısmında remel yapmak, (süratle koşmak) bir kısmında da sa'yetmek (normal yürümek) Haccın sünnetleri başlığı altında sa'yin sünnetlerini de zikredeceğiz inşallâh.
Sa'yin tamamında remel yapsa (süratlice koşsa) veya tamamında sa'yetse (normal yürüse) üzerine bir ceza yoktur. Fakat sünneti terkettiği için kötü bir iş yapmıştır.
Sa'yin Vakti
Sa'yin aslî olan vakti, bayram günü ziyaret tavafından sonraki vakittir. Kudum tavafından (Kâbe'ye varış tavafından) sonrası değildir. Çünkü kudum tavafı sünnettir. Sa'y ise vaciptir. Vacibin sünnete tabi kılınması uygun değildir. Ziyaret tavafı ise farz (rûkun) dur. Vacibin farza tabi kılınması caizdir. Şu kadar varki kudum tavafından sonra sa'ye ruhsat verilmiştir ve bu vakit sa'yin vakti kılınmıştır. Çünkü bütün hacların sa'yi bayram gününe bırakmalarında büyük bir izdiham oluşur, hacılara kolaylık sağlamak için sa'yin kudum tavafından sonra yapılmasına ruhsat tanınmıştır.
Sa'y'in Vaktinden Sonraya Bırakılmasının Hükmü
Biraz öncede beyan ettiğimiz gibi sa'yin aslî vakti bayram günleri ziyaret tavafından sonra olan vakittir. Ziyaret tavafını bayram günlerinde yaptıktan sonra, bu günlerde sa'yetmemiş ve ehline dönmemişse (yani hala Mekke'de ise) sa'yeder. Ceza olarak üzerine bir şey gerekmez. Çünkü üzerine vacip olan şeyi yerine getirmiştir. Sa'yi bayram günlerinden sonraya bırakmasıyla bir ceza gerekmez.
Bir hacı adayı ziyaret tavafını yaptıktan sonra hanımıyla cinsi ilişkide bulunsa ondan sonrada sa'y etse bunun bir zararı yoktur. Çünkü ziyaret tavafıyla ihramdan çıkma gerçekleşmiştir. Sa'yetmek rukun değildir ki ihramdan çıkmaya mani olsun. Ziyaret tavafıyla ihramdan çıkınca, cinsi ilişkiden önce sa'yetmesiyle, cinsi ilişkiden sonra sa'yetmesi arasında fark yoktur. Şu kadar var ki Mekke'de ise sa'yeder. Üzerine hiçbir ceza olmaz. Eğer ehline dönmüş ise, özürsüz sa'yi terkettiği için bir "dem" ona vaciptir.
Sa'yetmeden ehline döndükten sonra, bu sa'yi yapmak için Mekke'ye dönmek isterse yeni bir ihram ile döner. Çünkü birinci ihramı, ziyaret tavafıyla ortadan kalkmıştır. Çünkü onunla ihramdan çıkmak hasıl olmuştur. O halde ihramı yenilemeye muhtaçtır. Mekke'ye döndüğü zaman sa'y eder ve "dem" (sa'yetmediği için vacip olan bir koyun kesmek) ondan düşer. Çünkü sa'yi terketmeyi telafi etmiştir.
"Asl" isimli eserde şöyle zikredilmiştir: İmam-ı Muhammed: "Sa'yetmeden ehline dönen kişinin bir koyun kesmesi Mekke'ye dönüp sa'yetmesinden daha güzeldir" demiştir. Çünkü böyle yapmasında fakirlerin menfaati ve noksanı telafi etme vardır. Çünkü noksanlık aşırı bir noksanlık değildir. Tıpkı ziyaret tavafını abdestsiz olarak yaptığı zamandaki gibi.
MÜZDELİFE'DE VAKFE
a) Müzdelife'de vakfenin niteliği
b) Ruknü
c) Mekanı (yeri)
d) Zamanı
e) Vaktinden kaçtığı zaman hükmü
Müzdelifede Vakfenin Niteliği
Ashabımız Müzdelife'de vakfenin niteliği hakkında ihtilaf etmiştir. Bazıları vaciptir demiştir. "Leys" farzdır demiştir. Bu Şafii (Rahimehullâh)'nin de görüşüdür. Farzdır diyenlerin delili: Bu delili Allâh-u Te'âlâ'nın şu kavli kerimidir:
فَاِذَا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ
"Arafat'tan döndüğünüz zaman Meş'ari Haram yanında Allâh (cellecelâlühû)'ı zikrediniz" (Bakara, 197)
Ayet-i Kerime'deki Meş'ari Haram, müzdelife'dir. Meş'ari Haram yanında zikri emretmek orada vakfe yapmanın farz olduğuna delalet eder. Bizim delilimiz farzolmak, ancak kesin bir delille sabit olur. Burada kesin bir delil yoktur. Çünkü bu mesele diyanet ehli arasında içtihadi bir meseledir. Diyanet ehli ise kesin bir delilin olduğu yerde ihtilaf etmezler. Bu, Müzdelife'de vakfe'nin farz olmadığına delildir.
Müzdelife'de vakfe'nin vacip olduğunun delili: Urve (Radıyallâhu Anh)'den rivayet edilendir:
جَاءَ اِلِى النَّبِيِّ ص وَقَالَ اَتْعَبْتُ مَطِيَّتِى فَمَا مَرَرْتُ بِشَرَفٍ اِلاَّ عَلَوْتُهُ فَهَلْ لِى مِنْ حَجٍّ
Bazı rivayetlerde:
قَالَ اَتْعَبْتُ رَاحِلَتِى وَاَجْهَدْتُ نَفْسِى وَمَا تَرَكْتُ جَبَلاً مِنْ جِبَالِ طَيٍّ اِلاَّ وَقَفْتُ عَلَيْهِ فَهَلْ لِى مِنْ حَجٍّ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ص مَنْ وَقَفَ مَعَنَا هَذَا الْوُقُوفَ وَصَلَّى مَعَنَا هَذِهِ الصَّلاَةَ وَقَدْ كَانَ وَقَفَ قَبْلَ ذَلِكَ بِعَرَفَةَ سَاعَةً بِلَيْلٍ اَوْ نَهَارٍ فَقَدْ تَمَّ حَجُّهُ
"Urve (Radıyallâhu Anh) Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'e geldi ve şöyle dedi: Bineğimi yordum, uğradığım her yüksek yere çıktım, benim için hac varmıdır?" Bazı rivayetlerde "Urve şöyle demiştir: Bineğimi yordum, kendimi meşakkate soktum Tayy'ın dağlarından üzerinde durmadığım hiçbir dağ bırakmadım. Benim için hac varmıdır. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kim bizimle beraber bu vakfeyi yaparsa ve bizimle beraber bu namazı kılarsa, bundan öncede Arafat'ta gece veya gündüz bir an vakfe yapmışsa hac tamam olmuştur." (Bedayi)
Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) haccın tamam olmasını Müzdelife'de vakfe'ye bağlamıştır. Tamam olma, neyin varlığına taalluk ediyorsa, o şey vaciptir. Farz değildir. Çünkü farza taalluk eden tamam olma sıfatı değil, caiz olmaktır.
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اَلْحَجُّ عَرَفَةُ مَنْ اَدْرَكَ عَرَفَةَ فَقَدْ اَدَرَكَ الْحَجَّ
"Hac Arafat'tır. Kim Arafat'a yetişirse hacca yetişmiş olur." (İbn-i Abidin)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Arafat'ta vakfe yapmayı, haccın bütünü kılmıştır. Bunun zahiri Arafat'ta vakfenin rükn'un bütünü olmasını gerektirir. Aynı şekilde Arafat'a yetişeni hacca yetişen kılmıştır. Şayet Müzdelife'de vakfe rukun olacak olsaydı, Arafat'ta vakfe haccın bütünü olmazdı. Belki bir kısmı olurdu. Müzdelife'de vakfe olmaksızın hacca yetişen de olmazdı. Bu ise, hadisin hilafıdır. Hadisin zahiri ruknun Arafat'ta vakfe olmasını başka bir şey olmamasını gerektiriyor. Şu kadar var ki ziyaret tavafı, başka bir delille rukun olarak bilinmiştir. Bunu geride zikretmiştik.
Ayrıca Müzdelife'de vakfe'yi bir özürden dolayı terketmek caizdir. Şayet farz olsaydı, sair farzlar gibi terki asla caiz olmazdı. Bu da, Müzdelife'de vakfenin farz olmayıp vacip olduğuna delildir. Şu kadar var ki, zayıflık, hastalık, hayız ve benzeri illetlerle Müzdelife'de vakfenin vucubu bazen düşer.
Farz olduğuna delil olarak zikredilen ayet-i kerimeye gelince; onun tevilinde, zikirden murad akşam ve yatsı namazlarıdır denilmiştir. Zikirden murad duadır da denilmiştir. Namazın farz oluşu vakfenin farz olmasını gerektirmez.
Müzdelife'de Vakfe'nin Rüknü
Müzdelife'de vakfenin rüknü, Müzdelife'de olmasıdır. Bu vakfe ister kendi fiiliyle olsun, isterse başkasının fiiliyle olsun. Şöyle ki: Baygın veya uykuda iken taşınmasıyla yahut bir binek üzerine yüklenmesiyle vakfe yaptırılması halinde de vakfe geçerlidir. Çünkü bu vakfe kendi fiiliyle olmasada Müzdelife'de olmuştur.
Durduğu yerin Müzdelife olduğunu bilmese de vakfe olur. Çünkü bu durumda kaçırdığı sadece niyettir. Niyet ise Müzdelife'de vakfenin şartı değildir. Tıpkı Arafat vakfesinde olduğu gibi.
Müzdelife'de dursun veya uğrayıp geçsin vakfesi yine olur.
Müzdelife'de vakfenin olması için cünüplük ve hayızdan temiz olmak şart değildir. Cünüp ve hayızlı olanlar da Müzdelife'de vakfeyi yaparlar. Ve üzerlerinde hiç bir ceza gerekmez. Çünkü Müzdelife'de vakfe Kâbe'ye taalluk etmeyen ibadettir. Öncedende zikrettiğimiz gibi Kâbe'ye taalluk etmeyen ibadetlerde taharet şart değildir. Tıpkı Arafat'ta vakfe ve şeytan taşlama gibi.
Müzdelife'de Vakfenin Yeri
Hangi cüz olursa olsun Müzdelife'nin cüzlerinden bir cüzdür. Yani Müzdelife Vakfesi, Müzdelife'nin herhangi bir yerinde yapılabilir. Arafat'tan inerken Müzdelife'nin herhangi bir yerine iner. Şu kadar var ki Muhassir Vadisi'ne inmez. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عَرَفَاتٌ كُلُّهَا مَوْقِفٌ اِلاَّ بَطْنَ عُرَنَةَ وَمُزْدَلِفَةُ كُلُّهَا مَوْقِفٌ اِلاَّ وَادِى مُحَسِّرٍ
"Batn-ı Urene dışında Arafat'ın bütünü vakfe yeridir. Vad-i Muhassir dışında Müzdelife'nin bütünüde vakfe yeridir." (Bedayi)
Muhasir Vadisi'ne inmek mekruhtur. Şayet vakfesini Muhassir Vadisinde yaparsa, kerahatla beraber ona kifayet eder.
En faziletli olan, hacı adayının tavafını imamın arkasında, imamın vakfe yaptığı Kuzeh Dağı'nda yapmasıdır. Çünkü şöyle rivayet edilmiştir.
اَنَّهُ ص وَقَفَ عَلَيْهِ وَقَالَ خُذُوا عَنِّى مَنَاسِكَكُمْ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Kuzeh Dağı üzerinde vakfe yapmış ve hac vazifelerinizi benden alınız demiştir" (Bedayi)
Müzdelife'de Vakfenin Zamanı
Müzdelife'de Vakfenin zamanı kurban bayramı fecrinin doğuşu ile güneşin doğuşu arasındaki zamandır. Kim bu zaman içinde Müzdelife'de bulunursa vakfede bulunmuş olur. İster orada gecelemiş olsun veya olmasın. Kim bu vakitte Müzdelife'de bulunmazsa, vakfeyi kaçırmış olur. Bu Hanefilerin görüşüdür.
Şafii (Rahimehullâh)'ye göre bayram gecesinin ikinci yarısında itibaren Müzdelife'de vakfe yapılabilir.
Sünnet olan bayram gecesi Müzdelife'de gecelemektir. Gecelemek vacip değildir, vacip olan sadece vakfe yapmaktır.
En faziletlisi vakfesini namazdan sonra yapmasıdır. Sabah namazını alacakaranlıkta kılar sonra Meş'ar-i Haram yanında vakve yapar. Allâh-u Te'âlâ'ya dua eder. İhtiyaçlarını ister ta ki hava aydınlanıncaya kadar. Sonra güneş doğmadan önce Mina'ya doğru Müzdelife'den ayrılır.
Bayram günü fecir doğduktan sonra, sabah namazından önce Müzdelife'den ayrılırsa, kötü yapmış olur. Üzerine hiçbir ceza yoktur. Çünkü sünneti terketmiştir.
Müzdelife'de Vakfenin Vaktinden Sonraya Bırakılmasının Hükmü
Müzdelife Vakfesini vaktinden sonraya bırakmak bir özürden dolayı olursa, hiçbir ceza gerekmez. Çünkü rivayet edilmiştir ki, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ehlinden zayıf olanları önceden gönderdi ve onlara keffaret vermelerini emretmedi. Eğer vakfeyi kaçırmak bir özürden dolayı değilse ceza olarak "dem" gerekir. Çünkü hiçbir özür yokken vacibi terketmiştir. Bu da cezayı gerektirir.
ŞEYTAN TAŞLAMA
Remyu'l Cimar: Cemreleri atmaktır. Cemre, küçük çakıl taşı demektir. O halde "Remyu'l Cimar, küçük çakıl taşlarını atmak demektir.
Şer'i ıstılahta Remyu'l Cimar, belli bir zamanda belirli bir mekanda, belirli sayıdaki çakıl taşlarını atmaktır. Bu konuyu da şu başlıklar altında anlatacağız.
a) Taş atmanın vacip oluşu
b) Taş atma
c) Taş atmanın vakti
d) Taş atmanın mekanı (yeri)
e) Atılacak taşların adedi, miktarı, cinsi, alındığı yer, her bir gün her bir yerde atılacak taşın miktarı ve atma şekli
f) Taş atmada sünnet, müstehab ve mekruh olan şeyler
g) Vaktinden sonraya bırakıldığı veya vaktinden kaçtığı zaman hükmü
Taş Atmanın Vacip Oluşu
Taş atmanın vacip olduğuna delil, icma ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in kavli ve fiilidir.
İcma: Ümmet şeytan taşlamanın vacip olduğu hususunda icma etmiştir.
Peygamber Efendimizin (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kavli: Şu rivayet edilendir:
اَنَّ رَجُلاً سَأَلَهُ وَقَالَ اِنِّى ذَبَحْتُ ثُمَّ رَمَيْتُ فَقَالَ ص اِرْمِ وَلاَ حَرَجَ
Bir adam Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'e taş atmayı sordu ve şöyle dedi: Şüphesiz ben kurban kestim sonrada taş attım. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu. "Taş at. Hiçbir zorluk yoktur." (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in fiili: Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) taş atmıştır. Peygamber Efendimiz'in fiilleri kitabın mücmelini beyan değilse, kendi fiillerinden ve dünya işlerinden değilse vucuba hamledilir. Çünkü Peygamber Efendimiz'e uymanın, ona tabî olmanın, ona itaatın gerekliliğinin vacip olduğuna dair ve ona muhalefet etmenin haram olduğuna dair naslar varit olmuştur. Zikrettiğimiz bu hususlarda Peygamber Efendimiz'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) fiilleri vucuba hamledilmiştir.
Cemreleri Atmanın Açıklaması
Remyu'l Cimar lugatta, küçük taşları atmaktır. Çünkü cimar, cemre kelimesinin çoğuludur. Cemre ise "küçük taş" demektir. Şer'i Istılahta özle bir zamanda özel bir mekanda adedi belirli küçük taşları atmaktır. Bu tanımlamaya göre bir kimse, taş atılan yerin yanında dursa ve elindeki taşları birer birer oraya koysa, taş atmış olmaz. Çünkü taşları atmamış, oraya koymuştur.
Taşları yavaşça atsa yeterli olur. Taşları kendisi atabileceği gibi, taş atmaya gücü yetmeyecek kadar hasta olması halinde, onun yerine başkasıda atabilir. Çünkü tavaf, Arafat'ta vakfe, Müzdelife'de vakfe gibi hac fiillerinde vekalet geçerlidir.
Taş Atmanın Vakti
Taş atma günleri dört gündür. Bayram günleri ve üç teşrik günüdür. Bayram günü ikinci vecrin doğmasından sonra taş atma vakti başlar, İkinci fecir doğmadan önce taş atmak caiz olmaz. Müstehab olan ilk vakit ise, bayram günü güneşin doğmasından sonra zeval (öğle namazının vaktinin girmesin) den öncesine kadar olan vakittir. Bu biz Hanefilere göredir. Şafii (Rahimehullâh) şöyle demiştir: Bayram gecesi yarılandığı zaman taş atma vakti girer. Tıpkı Arafat'ta ve Müzdelife'de vakfe için söylediği gibi. Güneş doğduğu zaman taş atmak vacip olur. Süfyan-i Sevri, güneş doğmadan önce taş atmak caiz olmaz demiştir. Sahih olan görüş bizim görüşümüzdür. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهُ قَدَّمَ ضَعَفَةَ اَهْلِهِ لَيْلَةَ الْمُزْدَلِفَةِ وَقَالَ ص لاَ تَرْمُوا جَمْرَةَ الْعَقَبَةِ حَتَّى تَكُونُوا مُصْبِحِينَ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Müzdelife gecesi ehlinin zayıf olanlarını gönderdi ve şöyle buyurdu. Sabahlayıncaya kadar cemre-i akabe (büyük veya sonuncu cemre)'ye taş atmayınız." (Bedayi)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) burada, sabahtan önce taş atmayı yasaklamıştır.
Soru: Rivayet edilmiştir ki, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
لاَ تَرْمُوا جَمْرَةَ الْعَقَبَةِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ
"Güneş doğuncaya kadar cemre-i akabe'ye taş atmayınız"
Bu hadisi şerif "Süfyan-ı sevri" lehine delildir.
Cevap: Bu hadisi şerif müstehap olan vakfe hamledilmiştir. Böylece iki rivayet arasında uyum sağlanmıştır.
Bayram günü şeytan taşlamanın son vakti, İmam-ı Azam (Rahimehullâh)'a göre günün sonudur. Yani güneşin batışına kadardır. Ebû Yûsuf (Rahimehullâh)'e göre bayram günü şeytan taşlama zeval (öğle namazının vaktinin girmesi)'e kadar uzar. Güneş zahir olunca (öğle namazının vakti girince) vakit kaçar. Ondan sonra yapılan şeytan taşlama kaza olur. Ebû Yûsuf (Rahimehullâh)'un görüşünün vechi: İbadetlerin vakitleri ancak tevkif ile bilinir. Tevkif (şeriatın belirlemesi müctehidin yorumu değildir) ise bayram günü zevalden önce taş atma şeklinde varid olmuştur. Zevalden sonrası bayram günü taş atmaya eda cihetinden vakit olamaz. Tıpkı sair bayram günleri (teşrik günleri) gibi bugünlerde zevalden sonrası eda cihetinden taş atma vakti olarak belirlenince, zevalden öncesi bugünlerde taş atmanın vakti olamaz.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin görüşünün vechi: Bayram günü şeytan taşlama, sair günler (teşrik günlerin) de ki taşlamaya kıyas edilir. Sair günler (teşrik günlerin) de şeytan taşlama, zevalden sonra (öğle namazının vaktinin girmesinden sonra) güneş batıncaya kadar devam eder. Bayram gününde de böyledir. Çünkü bayram günü teşrik günlerinden taş atmanın başlama vakti hususunda ayrı olur. Sonu hususunda değil. O halde bayram günü şeytan taşlama sonu itibarıyla teşrik günlerinde şeytan taşlama gibidir. Güneş batıncaya kadar şeytan taşlamayıp ikinci günün fecri doğmadan şeytan taşlarsa, ona kifayet eder. Bizim ashabımıza göre ona bir ceza gerekmez. Şafii (Rahimehullâh)'ye göre bu hususta iki kavil vardır. Bir görüşe göre, güneş batınca vakit kaçmıştır. Fidye vermesi gerekir. Diğer görüşe göre, vakit teşrik günlerinin sonuna kadar kaçmaz. Sahih olan bizim görüşümüzdür. Çünkü şöyle rivayet edilmiştir.
اَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ص اَذِنَ لِلرُّعَاءِ اَنْ يَرْمُوا بِاللَّيْلِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) çobanların gece taş atmalarına izin vermiştir." (Bedayi)
Denilmesin ki, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onlara özürden dolayı ruhsat vermiştir. Çünkü onlar için hiçbir özür olmamıştır. Çünkü onlardan bir kısmı diğer kısmına niyabet eder ve niyabet edilen kısım gündüz gelip şeytan taşlamayı yapabilir.
Şayet ikinci günün fecri doğuncaya kadar şeytan taşlamayı tehir ederse şeytanı taşlar ve Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre tehir ettiğinden dolayı "dem" gerekir. Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed (Rahimehumellah)'e göre hiçbir ceza gerekmaz. Bu hususta söz, şeytan taşlamanın vakitlendirilmiş olmasına rucu etmektedir. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre vakitlendirilmiştir. Diğer iki imamımıza göre ise vakitlendirilmemiştir. Bu Şafii (Rahimehullâh)'nin de görüşüdür. Bu ihtilaf tıpkı ziyaret tavafının bayram günlerinde yapılmasının vacip olup olmamasındaki ihtilaf gibidir. İmam-ı Azam (Rahimehullâh)'a göre ziyaret tavaf bayram günleri ile vacip olarak vakitlendirilmiş, diğer iki imamımıza göre ise vakitlendirilmemiştir.
Teşrik günlerinden birinci ve ikinci gün (yani bayramın ikinci ve üçüncü günü) şeytan taşlama vakti, bu günlerin zeval vaktinden sonradır. (Yani öğle namazının vaktinin girmesinden sonradır) Bu iki günde zevalden önce şeytan taşlama caiz olmaz. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'den meşhur olan rivayete göre böyledir.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'den şöyle de rivayet edilmiştir. Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde zevalden sonra şeytan taşlama en faziletli olandır. Eğer zevalden önce şeytan taşlarsa, caiz olur. Bu rivayetin vechi şudur: Bayram gününde (yani bayramın ilk günü) şeytan taşlamanın ilk vakti zevalden öncedir. İki ve üçüncü gününde de öyledir. Çünkü hepsi bayram günleridir.
Meşhur rivayetin vechi: Cabir (Radıyallâhu Anh)'den şöyle rivayet edilmiştir.
اَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ص رَمَى الْجَمْرَةَ يَوْمَ النَّحْرِ ضَحَّى وَرَمَى فِى بَقِيَّةِ اْلاَيَّامِ بَعْدَ الزَّوَالِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bayram günü Cemre-i Akabe'ye taş attı, kurban kesti ve kalan günlerde de zevalden sonra taş attı. (Şeytan taşladı)" (Bedayi)
Bu kıyasla bilinecek bir bab değildir. Ancak tevkif (şeriatın bildirmesiyle) bilinir.
Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde şeytan taşlamayı geceye tehir eder ve fecir doğmadan önce taşları atarsa caizdir. Üzerine bir cezada yoktur. Çünkü şeytan taşlama günlerinde gece de şeytan taşlamanın vaktidir.
Teşrik günlerinden ikinci gün (yani bayram günlerinden üçüncü gün) zevalden sonra şeytan taşladığı vakit Mina'dan Mekke'ye dönmek isterse, (bu "nefr-i evvel" dir) bu onun için caizdir. Çünkü Allâh-u Te'âlâ şöyle buyuruyor:
فَمَنْ تَعَجَّلَ فِى يَوْمَيْنِ فَلاَ اِثْمَ عَلَيْهِ
"İki gün içinde acele eden günahkar olmaz."
Yani teşrik günlerinden iki gün içinde şeytan taşlayıp, üçüncü gün (yani bayramın dördüncü günü) şeytan taşlamayı terkedip, Mekke'ye dönen üzerine, acele etmesinden dolayı bir günah yoktur.
En faziletlisi acele etmemektir. Teşrik günlerinin sonuna kadar beklemektir. Yani teşrik günlerinden üçüncü gün olan son günde beklemektir. (Teşrik günlerinin üçüncü günü bayramın dördüncü günüdür) Böylece bütün günlerde şeytan taşlamayı tastamam yapmış olur. Sonra Mina'dan ayrılıp Mekke'ye gelir. (Bu Nefri Sani'dir)
Bu Allâh-u Te'âlâ'nın şu kavli keriminin manasıdır:
وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلاَ اِثْمَ عَلَيْهِ
"Geri kalan kimse günahkar olmaz."
Teşrik günlerinden ikinci günün fecri doğmadıkça ayrılması caizdir. Fecir doğunca ayrılması caiz olmaz. Artık üçüncü teşrik gününde de şeytan taşlar. Bu üçüncü teşrik gününde (yani bayramın dördüncü gününde) şeytan taşlamanın müstehap olan vakti, zevalden (öğle namazının vaktinin girmesinden) sonradır. Zevalden önce şeytan taşlarsa, Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin görüşüne göre caiz olur. Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed (Rahimehumellah)'e göre caiz olmaz. Bu iki imamımızın delili: Cabir (Radıyallâhu Anh)'den şöyle rivayet edilmiştir.
اَنَّ النَّبِيَّ ص رَمَى الْجَمْرَةَ يَوْمَ النَّحْرِ ضَحَّى وَرَمَى فِى بَقِيَّةِ اْلاَيَّامِ بَعْدَ الزَّوَالِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bayram günü Cemre-i Akabe'ye taş attı, kurban kesti ve kalan günlerde zevalden sonra taş attı" (Bedayi)
Hac vazifelerinin vakitleri kıyas yoluyla bilinmezler. Bu da şeytan taşlama vaktinin zevalden önce değil, bilakis zevalden sonra olduğuna delalet etmektedir.
Ayrıca bugün (yani teşrik günlerinden üçüncü, bayramın dördüncü günü) taş atma günlerinden bir gündür. Tıpkı diğer teşrik günleri gibi.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin delili: İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir.
اِذَا افْتَتَحَ النَّهَارَ مِنْ آخِرِ اَيَّامِ التَّشْرِيقِ جَازَ الرَّمْيُ
"Teşrik günlerinin sonundan günü açtığı zaman şeytan taşlamak caiz olur." (Bedayi)
Zahir olan İmam-ı Azam Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin bunu Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den işitmiş olarak söylemesidir. Çünkü bu gibi şeyler içtihat ile idrak edilecek şeyler değildir. O halde teşrik günlerinden son gün yukarıda zikrettiğimiz Cabir (Rahimehullâh) hadisinden tahsis edilmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) son gündeki fiili müstehap olmaya hamledilir.
Ayrıca hacının bu günde şeytan taşlamadan önce Mina'dan ayrılması ve müstakillen şeytan taşlamayı terketmesi caizdi. Asıl itibarıyla şeytan taşlamayı terketmek caiz olunca, bu günde (yani teşrik günlerinin sonu olan üçüncü günde, Bayramın dördüncü gününde) zevalden önce şaytan taşlamanın caiz olması evleviyetledir.
Şeytan Taşlama Yeri
Şeytan taşlama yerleri üçtür.
1) Cemre-i Ula (birinci veya küçük)
2) Cemre-i Vusta (orta)
3) Cemre-i Akabe (büyük veya sonuncu)
Birinci cemre Mescid-i Hayf'dan hemen sonra gelir. Mescid-i Hayf veya İbrahim mescidi ise Mekke'ye en az bir mil mesafededir. Bu cemrenin nisbet edildiği Akabe Mina'dan değildir. Bu büyük bir kaya olup, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hiccetten önce ensar ile burada buluşup onların biatını almıştı. Mekke'den gelene göre, Mina'nın başında büyük bir kayadır. Buranın tamamı yolun ortasında yer alır. Sonuncu cemre orta cemreden takriben 155m. uzaklıktadır. Hacılar şeytan taşlamaya birinciden başlar ve üçüncü ile bitirirler.
Bayramın birinci günü geride beyan ettiğimiz vakitte (yani ikinci fecrin doğuşunda zeval vaktine kadar olan süre içerisinde) sadece Cemre-i Akabe (büyük-sonuncu cemre)'ye batn-ı vadi'den küçük yedi taş atar.
Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Mina'ya gelince, Cemre-i Akabe'ye taşları atıncaya kadar hiçbir şeyin üzerine çıkmadı. Atılan taşların küçük çakıl taşları büyüklüğünde olması sünnete uygun olandır. Eğer atılan bu taşlar büyük olursa caizdir. Çünkü taş atma hasıl olmuştur.
Bu taşları Müzdelife'den veya yoldan toplar. Çünkü şöyle rivayet edilmiştir.
اَنَّ النَّبِيَّ ص اَمَرَ ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا اَنْ يَأْخُذَ الْحَصَى مِنْ مُزْدَلِفَةَ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) İbn-i Abbas (Radıyallâhu anhuma)'a küçük çakıl taşlarını Müzdelife'den almasını emretmiştir." (Bedayi)
Müslümanların uygulaması da böyledir. Şeytan taşlanan yerden aldığı taşlarla, şaytan taşlarsa ona kifayet eder. Fakat kötü bir iş yapmış olur. İmam-ı Mâlik böyle yaparsa kifayet etmez demiştir. Çünkü bu taşlar şeytan taşlama için kullanılmış taşlardır.
Bizim delilimiz: Peygamber Efendimiz'in mutlak olarak "At, hiçbir zorluk yoktur" buyurmasıdır. İmam-ı Mâlik'in "çünkü bu taşlar kullanılmıştır" diye illetlendirmesi kendi kuralına aykırıdır. Çünkü ona göre kullanılmış su temiz ve temizleyicidir. Onunla abdest olur. O halde kullanılmış olan taşla, şeytan taşlamanın olması evleviyetle caiz olmalıdır. Bize göre şeytan taşlamada bu taşları kullanmak mekruhtur. Çünkü şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهُ سُئِلَ ابْنُ عَبَّاسٍ فَقِيلَ لَهُ اِنَّ مِنْ عَهْدِ اِبْرَاهِيمَ اِلَى يَوْمِنَا هَذَا فِى الْجَاهِلِيَّةِ وَاْلاِسْلاَمِ يَرْمِى النَّاسُ وَلَيْسَ هَهُنَا اِلاَّ هَذَا الْقَدَرُ فَقَالَ كُلُّ حَصَاةٍ تُقْبَلُ فَاِنَّهَا تُرْفَعُ وَمَا لاَ يُقْبَلُ فَاِنَّهُ يَبْقَى
"İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh)'a soruldu, ona, "Cahiliyye ve İslam dönemlerinde Hz. İbrahim (Aleyhisselam) zamanından bugüne kadar insanlar taş atıyor, halbuki burada ancak bu kadar taş vardır? İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh): Kabul edilen her taş oradan kaldırılır, kabul edilmeyen taşlar ise orada kalır dedi." (Bedayi)
Mücahit: "Bu sözü işitince, attığım taşlar üzerine işaret koydum sonra aradım, o taşlardan birini bulmak mümkün olmadı." demiştir.
Böyle şeyler ictihatla bilinmez. Ancak Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'dan işitmeyle bilinir. Bu yüzden kabul edilmeyen taşları (yani şeytan taşlanan yerdeki taşları alıp) atmak mekruhtur.
Bayram günü ikinci fecrin doğuşundan zeval vakti ne kadar sadece Cemre-i Akabe (büyük veya sonuncu)'ye yedi küçük taş atar dedik. Bu taşlardan birincisiyle beraber telbiyeyi keser. Çünkü "Usame bin Zeyd" ve "Fadl bin Abbas" (Radıyallâhu Anhuma) şöyle rivayet etmişlerdir:
اَنَّ النَّبِيَّ ص قَطَعَ التَّلْبِيَةَ عِنْدَ اَوَّلِ حَصَاةٍ رَمَى بِهَا جَمْرَةَ الْعَقَبَةِ وَكَانَ اُسَامَةُ رَدِيفَ رَسُولِ اللّٰهِ ص مِنْ عَرَفَاتٍ اِلَى مُزْدَلِفَةَ وَالْفَضْلُ كَانَ رَدِيفَهُ مِنْ مُزْدَلِفَةَ اِلَى مِنًى
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) cemre-i Akabe'ye attığı ilk taşla telbiyeyi kesmiştir. Usame, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in Arafat'tan Müzdelife'ye kadar redifi idi. (redif, bir binekteki iki kişiden arka tarafta olana denir) Fadl (Radıyallâhu Anh) ise Müzdelife'den Mina'ya kadar redifi idi." (Bedayi)
Rivayet edilmiştir ki, İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh) bundan sorulunca şöyle demiştir: Kardeşim Fadl (Radıyallâhu Anh), Peygamber Efendimiz'in Cemre-i Akabe'ye attığı ilk taşla beraber telbiyeyi kestiğini bana haber verdi.
Bayram günü Cemre-i Akabe'ye yedi küçük taş attıktan sonra orada durmaz. Eğer bu kişi hacc-ı ifrat yapan biri ise, tıraş olur veya saçlarını kısaltır "tıraş olması daha faziletlidir" kurban kesmesi gerekmez. Eğer bu kişi kıran veya temettu haccı yapan biri ise, kurban kesmesi vaciptir. Önce kurban keser sonra tıraş olur. Çünkü Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
اَوَّلُ نُسُكِنَا فِى يَوْمِنَا هَذَا الرَّمْيُ ثُمَّ الذَّبْحُ ثَمَّ الْحَلْقُ
"Bugün ilk yapacağımız hac fiili taş atmak, kurban kesmek, sonra tıraş olmaktır." (İbn-i Abidin)
Yine Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهُ رَمَى ثُمَّ ذَبَحَ ثُمَّ دَعَا بِالْحَلَّاقِ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) taş attı, sonra kurban kesti sonra da berberi çağırdı." (Bedayi)
Hacı adayı muhsar (hac yapması engellenen) olmadığı halde önce tıraş olur sonra kurban keserse, Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre ceza olarak bir "dem" gerekir. Ebû Yûsuf İmam-ı Muhammed ve ehl-i ilimden bir cemaat (Rahimehumullah) üzerine hiçbir ceza gerekmez demişlerdir. Alimler, muhsar olan kurban kesmeden önce tıraş olursa, fidyenin ona vacip olması hususunda icma etmişlerdir. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye muhalefet edenlerin delili: Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir:
اَنَّهُ سُئِلَ عَنْ رَجُلٍ حَلَقَ قَبْلَ اَنْ يَذْبَحَ فَقَالَ اِذْبَحْ وَلاَ حَرَجَ
"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kurban kesmeden önce tıraş olan adamdan soruldu ve şöyle buyurdu: Kes. Hiçbir zorluk yoktur." (Bedayi)
Şayet kurban kesmekle tıraş olmak arasında tertip vacip olsaydı, buna terketmede harac (zorluk) olurdu.
Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin delili: Muhsar olan (haccı engellenen) kişi kurban kesmeden önce başındaki bir eziyetten dolayı tıraş olursa, nas ile fidye vermesi gerekli kılınmıştır. Başında bir eza olmaksızın kurban kesmeden önce tıraş olan kişiye fidyenin evleviyetle lazım olması gerekir. Bundan dolayı İmam-ı Azam (Rahimehullâh) başında eza olmadığı halde kurban kesmeden tıraş olan kişiye cezayı ağırlaştırmış, "dem"den başkası ona kifayet etmez demiştir. Halbuki eza sahibi, dem, taam ve sıyam (bir kurban kesme, buğday verme veya oruç tutma) arasında serbesttir. İmam-ı Azam (Rahimehullâh) kendisine muhalefet edenlerin delil olarak gerektirdikleri hadis-i şerifin, onlara huccet olmadığını şöylemiştir. Çünkü hadisteki "Hiç bir zorluk yoktur" sözünden kesdedilen, "Hiçbir günah yoktur" manasıdır. "Keffaret yoktur" manası değildir. Günahın nefyedilmesi zaruretinden, keffaretin nefyedilmesi gerekir diye bir şey yoktur. Görmezmisin ki, başındaki bir eza'dan dolayı saçlarını tıraş edene keffaret vacip olur. Halbuki üzerine hiçbir günah olmaz.
- Bütün şeytan taşlamalarda, taşın atıldığı yer değil, düştüğü yer itibara alınır. Öyle ki, cemrelere uzak bir yerden taş atsa ve attığı taşlar cemrenin yanına düşerse ona kifayet eder. Eğer cemrenin yanına düşmezse kifayet etmez. Ancak cemrenin yakınına düşerse kifayet eder. Çünkü bu mekana yakın olan, onun hükmünde olur. Cemrenin üç zira çevresi uzaktır. (Bir zira 60cm. dir) üç zira'dan azı yakındır. (cevhere) "Fethu'l Kadir"de bir zira olarak takdir yapılmıştır. Bazıları da örfen yakınlığa itibar ederek bir takdir de bulunmamıştır.
- Her bir taşı atarken tekbir getirir. Zahirurrivaye "Allâhu Ekber" üzerine yetinmektir. Şu kadar var ki, Hasan b. Ziyad (Rahimehullâh)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
بِسْمِ اللّٰهِ اَللّٰهُ اَكْبَرُ رَغْمًا لِلشَّيْطَانِ وَحِزْبِهِ
"Allâh (Celle Celâluhû)'ın ismiyle başlarım. Allâh (Celle Celâluhû) en büyüktür. Şeytanı zelil kılmak için atıyorum." (Feteva-i Hindiyye)
- Şayet attığı taş bir adamın sırtına düşerse bakılır, eğer bu taş kendi kendine (yani adamın herhangi bir hareketi olmadan) cemrenin yakınına düşerse, caiz olur. Eğer sırtına düştüğü adamın hareketiyle cemrenin yakınına düşerse veya taş cemrenin uzağına kendi kendine düşerse caiz olmaz.
- Taşları baş parmağı ile işaret parmağı arasına koyarak atar.
- Yedi taştan çoğunu atarsa caiz olur. Fakat mekruhtur. Eğer yedi taştan azını atarsa caiz olmaz. Çünkü yedi taştan çoğunu terkettiği zaman, hiç taş atmamış gibi ceza olarak bir "dem" (bir koyun kesmek) gerekir.
- Yer cinsinden olan her şeyle taşlama yapılabilir. Taş yerine altın, gümüş, mücevher atsa caiz olmaz. Yedi taşı bir defada atsa, bir taş atmış sayılır. Zira Hadis'e göre yedi defa ayrı ayrı atılmalıdır.
- Atılan taşların yıkanmış olması layık olandır. Pis olduğu kesin olan taşları atarsa mekruh olur. Fakat kifayet eder.
- Bir büyük taş alıp onu yetmiş küçük parçaya bölüp onlarla şeytan taşlamak mekruhtur. Malesef günümüzde insanların çoğu bunu yapmaktadır. Bu ibareden de anlaşıldığı üzere atılan taşların toplamı 70 adettir.
Bayram günü Cemre-i Akabe'ye 7 taş.
Teşrik günlerinden birinci gün üç cemreden her birine 7 taş olmak üzere 21 taş.
Teşrik günlerinden ikinci gün, birinci günde olduğu gibi üç cemre'den herbirine 7 taş olmak üzere toplam 21 taş.
Teşrik günlerinden üçüncü ve son gün, birinci ve ikinci günlerinde olduğu gibi üç cemreden her birine 7 taş olmak üzere toplam 21 taş. Bütün bunların toplamı: 7+21+21+21= 70 taş eder.
- Cemrelere üst taraftan taş atarsa caizdir. Ancak alt taraftan taş atması sünnettir.
- Şeytan taşlamada taşları sağ eliyle atar.
- Bayram günü sadece Cemre-i Akabe'ye yedi taş atar. Diğer üç teşrik günlerinde önce cemre-i ula'ya yedi taş atar, sonra cemre-i vusta'ya yedi taş atar son olarak ta cemre-i akabe'ye yedi taş atar.
- Bir adam ikinci gün cemre-i vusta ve cemre-i Akabe'ye taş atıp, cemre-i ula'ya taş atmazsa bakılır, eğer dönüp birinciye de taş atar, ikinci ve üçüncüye taş atmayı da iade ederse, tertibe riayet ettiğinden bu güzeldir. Eğer sadece birinciye (cemre-i ula'ya) taş atarsa ona kifayet eder.
- Bir kimse her bir cemreye üç taş atarsa, birinci cemreyi dört taş ile yediye tamamlar. Sonra orta ve Akabe cemrelerine yedişer taş atarak onlara taş atmayı iade eder.
- Her bir cemreye dört taş atan kimse, her birine üçer taş daha atar. Böylece her birine yedi taş atmış olur.
- Hasan b. Ziyad (Rahimehullâh)'ın "Menasik" isimli eserinde şöyle zikredilmiştir: Hacı adayı cemre-i ula'ya bir taş sonra cemre-i vusta'ya bir taş sonra da cemre-i Akabe'ye bir taş atar, sonra geri dönüp bu üç cemreden her birine yedi taş atıncaya kadar bu şekilde birer birer taş atarsa, birinci cemreye (cemre-i ula'ya) taş atmayı tamamlamış olur. Orta cemreye (cemre-i vusta) dört taş atmış sayılır, üç taş daha atarak onu yediye tamamlar. Cemre-i Akabe'ye bir taş atmış sayılır, altı taş daha atarak onu yediye tamamlar.
- İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'den şöyle rivayet edilmiştir: Üç cemreye taşları attıktan sonra, bir de baksa ki, elinde dört adet taş kalmış, bu taşların hangi cemreye atılması gerektiğini de bilmiyorsa, onları birinci cemreye (cemre-i ula'ya) atar, sonra da diğer iki cemreye yeniden yedişer taş atar. Eğer elinde kalan taşlar üç adet olursa, her birini bir cemreye atar.
- Hacı adayının eşyalarını Mekke'ye gönderip kendisinin şeytan taşlama işi bitinceye kadar Mina'da kalması mekruhtur. Eşyalarıyla birlikte Mina'da kalması uygun olandır. Çünkü eşyaları Mekke'de kendisi Mina'da olduğu zaman zihni eşyalarıyla meşgul olur. Şayet Mekke'deki eşyaların emin ise mekruh olmaz.
Şeytan taşlamada dua meselesine gelince, kural şudur: Bir şeytanı taşladıktan sonra akabinde bir şeytan taşlama daha varsa, önceki taşlamada durulur ve hamdederek, lailaheillellah diyerek, tekbir ve salatu selam getirerek başka suresini okuma miktarınca durur, kendisi ve başkaları için de dua eder.
Bir şeytan taşlama ki sonrasında şeytan taşlama yoktur, orada durmaz. Örneğin bayram günü sadece cemre-i Akabe'ye (sonuncu cemreye-büyük olana) taş atılır. Sonrasında başka taş atma olmadığı için orada durmaz.
Şeytan Taşlama Vaktinden Sonraya Kaldığı Veya Kaçtığı Zaman Hükmü
Bayram günü cemre-i Akabeye atılacak taşlardan bir, iki veya üç taş atmayı bir sonraki güne bırakırsa, bu taşları atar veya her bir taş için yarım sa'buğdayı sadaka olarak verir. Bu meselede bütün taşları (yani yedi taşı) atmayı ertesi güne bırakırsa, Ebû Hanîfe'ye göre dem ona vacip olur. Yedi taştan az olan miktarı (yani üç veya daha az taşı) atmayı terkederse sadaka verir. Yedi taştan çoğunu atmayı terkederse Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre dem (bir koyun kesmek) gerekir. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre tamamında dem gereken şeyin çoğunda da dem gerekir. Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed (Rahimehumellah)'e göre tamamının bir sonraki güne bırakılmasında dem vacip olmaz. Çoğunluğunda da aynıdır.
- Bayramın ikinci günü (ki bu, teşrik günlerinden birinci gündür) üç cemre'den birine taş atmayı terkederse, ceza olarak ona "sadaka" gerekir. Çünkü bugünün vazifesi (ki o üç cemre'ye taş atmaktır) nin azını terketmiştir. Bu az da yedi taş atmaktır. O halde bu kişinin üzerinde olan, terkedilen o günün vazifesinin yarısından çok oluncaya kadar sadakadır. Çünkü bayramın ikinci, üçüncü ve Mina'da kalırsa dördüncü gününden her bir günde vazife, üç cemreye taş atmaktır. O halde üç cemreden biri vazifenin azıdır. Şayet bir günde üç cemreye taş atmayı terkederse İmam-ı Azam (Rahimehullah)'a göre "dem" gerekir.
- Bayramın dördüncü gününe kadar şeytan taşlamayı terketse, bu dördüncü günde tertip üzere bütün taşlamaları yapar. İmam-ı Azam (Rahimehullah)'a göre bir "dem" gerekir. Diğer iki imamımıza göre ceza yoktur. Çünkü İmam-ı Azam (Rahimehullah)'a göre şeytan taşlama vakitlendirilmiş bir ibadettir. Diğer iki imamımıza göre ise vakitlendirilmiş değildir. Tek başına bir günün vazifesini terkettiği zaman bir "dem" lazım gelmesiyle beraber burada bütün taşlamaları son güne tehir etmekle de yalnız bir "dem" lazım gelir. Çünkü cinayetin cinsi birdir, (şeytan taşlamak) kıymete tabi tutulmayan cihetten bu cinayeti bir ihram yasak kılmıştır. O halde bu cinayete bir "dem" yeterli olur. Tıpkı ihramlı olan bir kimse başının dörtte birini tıraş ettiği zaman, bir "dem" başının tamamını tıraş etse yine bir "dem" lazım geldiği gibi.
- Teşrik günlerinin sonuncu günü olan bayramın dördüncü günü güneş batıncaya kadar şeytan taşlamasa, şeytan taşlama ondan düşer. Ceza olarak bir kurban kesmesi gerekir. Bütün imamlarımızın görüşü böyledir. Şeytan taşlamanın düşmesi: Çünkü şeytan taşlama vakitlendirilmiş bir ibadettir. Vakitlendirilmiş ibadetlerde kural vakitleştiği zaman düşmeleridir. Ancak bazı ibadetlerde kaza yeni bir delille vacip olur. Bir koyun kesmenin vacip olması: Çünkü vacibi vaktinden sonraya bırakmıştır. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre bu zahirdir. Çünkü ona göre her günün şeytan taşlaması o gün ile vakitlendirilmiştir. Diğer iki imamımıza göre ise, her günün, şeytan taşlaması o gün ile vakitlendirilmemiş ise de, şeytan taşlamalarının hepsi taş atma günleri ile vakitlendirilmiştir. O halde vacibi vaktinden kaçırmıştır.
- İkinci gün şeytan taşlamada tertibi terkederse yani önce cemre-i ula sonra cemre-i vusta sonra da cemre-i Akabe'ye taş atma şeklinde tertipli yapmayıp önce cemre-i Akabe sonra cemre-i vusta sonra da cem-i ula'ya taş atarsa ve o gün içerisinde böyle yaptığını hatırlarsa, cemre-i vusta ve cemre-i Akabe'ye taş atmayı iade eder. Eğer iade etmezse, ona kifayet eder. Cemre-i ula'ya taş atmayı iade etmez. Cemre-i Vusta ve cemre-i Akabe taş atmayı iade etmesi, tertibi terkettiği içindir. Zira bu tertip sünnettir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) cemrelere tertip üzere taş atmıştır. Sünneti terkettiği zaman iade müstehap olur. İade etmediği zamaz caiz oluşunun sebebi: Bayram günü sadece cemre-i Akabe'ye taş atmak bizlere gösteriyor ki, cemrelerden her biri diğerinden bağımsızdır. Cemreler birbirinden bağımsız olunca tertip şart kılınamaz. Tıpkı abdest gibi. Sa'y'in tavaf üzerine tertibi böyle değildir. O şarttır. Çünkü Sa'y'in tavaftan bağımsız olması yoktur.
SADER TAVAFI
Sader tavafının bir adıda veda tavafıdır. Mekke'den çıkmak isteyen herkesin yerine getirmek zorunda olduğu bir tavaftır.
Bu tavafı şu başlıklar altında anlatacağız.
a) Vacip oluşu
b) Şartları
c) Miktarı
d) Keyfiyeti
e) Bu tavafı bitirdikten sonra yapılması sünnet olan şeyler
f) Vakti ve yeri
g) Bu tavafı yapmadan Mekke'den ayrılmanın hükmü