Добавил:
Upload Опубликованный материал нарушает ваши авторские права? Сообщите нам.
Вуз: Предмет: Файл:
Cubbeli_HAC UMRE.docx
Скачиваний:
0
Добавлен:
01.05.2025
Размер:
363.19 Кб
Скачать

İhram Yasakları

İhrama giren kimselerin ihramdan çıkıncaya kadar kendisine yasak olan iş ve davranışlar vardır. Bunlara "ihramın yasakları" denir. Melik'ül ulema "Kâsâni" bu yasakları şöyle gruplandırmıştır.

a) Haccın fesadını (bozulmasını) gerektirmeyen yasaklar.

b) Haccın fesadını gerektiren yasaklar.

Haccın Bozulmasını gerektirmeyen yasaklar.

a) Dikişli elbise giymek

İhramın bu yasağı sadece erkeklere yöneliktir. Kadınlar normal elbiselerini giyerler. Kadınlar ihram süresince sadece yüzlerini örtmezler.

İhramlı olan bir kimsenin don, fanila, gömlek, cübbe pardesü ve benzeri dikişli elbiseleri murad (bunlar ihrama girmeden önce ne şekilde giyiliyorlarsa o şekilde) giymesi yasaktır.

Sarık ve mest giymek de yasaktır. Ancak ayaklarına giyecek terlik bulamazsa, topuklarından aşağısını keserek mesti giyebilir. Çorap giyemez.

İhramlının dikişli elbiseleri giymesinin yasak oluşu, onları mutad (adet edinildiği) şekilde giymesi durumundadır. Mutad olmayan bir şekilde dikişli bir elbise giyerse örneğin, paltosunu omuzlarının üzerine atıp kolları paltoya sokmasa veya gömleği peştemal gibi beline dolasa bunan menedilmez. Çünkü bu şekilde giymekle faydalanma hasıl olmaz.

İhramlı olan başını sarık ve başı örtmek için kulanılan diğer şeylerle örtmez. Çünkü ihramlıya başı örtmek için kullanılan şeylerle başı örtmesi yasaklanmıştır.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) devesinden düşüp ölen ihramlı için şöyle buyurmuştur.

لاَ تَخْتَمِرْ رَأْسَهُ فَاِنَّهُ يُبْعَثُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مُلَبِّيًا

"Başını örtmeyin, çünkü o, kıyamet günü telbiye getirerek dirilecektir." (Buhari, Müslim)

İhramlı kimse başının üzerine bir şey koysa bakılır, eğer o şey, kendisiyle başın örtülmesi kasdedilen şeylerden ise (takke-sarık gibi) bu, caiz olmaz. Çünkü bu giymek gibidir. Eğer başın örtülmesi kasdedilmeyen şeylerden ise bunda bir beis yoktur. Çünkü bu giymek ve örtmek sayılmaz.

Bize göre ihramlı erkekler yüzlerini örtmezler. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

اِحْرَامُ الرَّجُلِ فِى رَأْسِهِ وَوَجْهِهِ

"Erkeğin ihramı başında ve yüzündedir." (Bedayi)

İhramlı kadın yüzünü örtemez. Ancak fitneden sakınmak için yüzünden uzak tutmak şartıyla başından aşağı doğru peçe sarkıtabilir. Çünkü kadının ihramı yüzündedir. Onu örtemez.

İhramlı olan bir kimse dikişli olmasada vers (güzel koku) ve zaferenla boyanmış elbise giyemez. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur.

وَلاَ يَلْبَسُ مِنَ الثِّيَابِ مَا مَسَّهُ وَرْسٌ اَوْ زَعْفَرَانٌ

Vers (güzel koku) ve zaferan sürülü elbiseler giyemez." (Tirmizi, İbn-i Mace)

Zaferan, vers veya usfur ile boyanmış elbiseler yıkandıktan sonra kokusu giderse (yani koku saçmazsa) giyilmelerinde bir beis yoktur. Çünkü rivayet edilmiştir ki Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur.

لاَ بَأْسَ اَنْ يُحْرِمَ الرَّجُلُ فِى ثَوْبٍ مَصْبُوغٍ بِوَرْسٍ اَوْ زَعْفَرَانٍ قَدْ غُسِلَ وَلَيْسَ لَهُ نَفْضٌ

"Erkeğin vers (güzel kokou) veya zaferanla boyanmış da yıkanmış ve kokusu kalmamış elbise içinde ihrama girmekte bir beis yoktur." (Bedayi)

İhramlının beline para kesesi, kemer bağlamasında bi beis yoktur. Caizdir.

İhramlının çadır altında gölgelenmesi caizdir. Rivayet edilmiştir ki Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh) bir ağaç üzerine bez bağlayıp altında gölgelenmiştir. İhramlı kimse Kâbe'nin örtüsünün altına girse, öyle ki örtü onu örtse; şayet örtü yüzü veya başına isabet ederse mekruh olur. Çünkü bu, elbiseyle yüzünü ve başını örtmeye benzer. Eğer örtüyü yüzü ve başından uzak tutarsa, mekruh olmaz.

İhramlı kadın yüzü dışında sair bedenini dilediği dikişli veya dikişsiz elbiseyle kapatır. Mest giyebilir.

Çünkü kadının sair bedeni avrettir. Avretini dikişsiz elbiseyle örtmesi mümkün değildir. Bu yüzden zarurut dikişli elbise giymesini gerektirmiştir. yüzünü açması ise Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in

اِحْرَامُ الْمَرْأَةِ فِى وَجْهِهَا

"Kadının ihramı yüzündedir." buyurması sebebiyledir.

İhramlı kadının ipek elbise giymesinde, altın ve diğer takıları takınmasında bir beis yoktur. Rivayet edilmiştir ki İbn-i Ömer (Radıyallâhu Anh) ihramda hanımlarına ipek elbise giydiriyor ve altın takıyordu.

Bu Yasağı Yapmakla Vacip Olan Ceza

Dikişli elbiseyi giymekle vacip olan ceza durumuna göre farklılık gösterir. Bazı yerlerde aynen dem (koyun cinsinden bir hayvanın boğazlanması) gerekir. "Aynen" ifadesiyle bu ceza oruç veya sadaka ile telafi edilemez. Ancak "dem" ile telafi edilebileceği beyan edilmektedir. Bazı yerlerde aynen sadaka vacip olur. Bazı yerlerde de kişi muhayyer (serbest) dir. Bu üç ceza; sadaka, oruç ve dem'den dilediğini vermekte serbest olup bunlardan biri ceza olarak ona vacip olur. Tıpkı yemin keffareti gibi.

Kural şudur: Dikişli elbise giymekle tam bir faydalanma sağlanması durumunda, tam bir ceza gerekir ki, o da "dem" (koyun cinsinden bir hayvanı Harem bölgesinde kesmek" dir. Bu ceza taayyün eder, başka bir ceza ile değiştirilemez. Bu, bu cezayı gerektiren fiili bir özür olmaksızın yapmışsa böyledir. Eğer bir özürden dolayı bunu yapmışsa, üç cezadan biri üzerine vacip olur.

Dikişli elbise giymekle noksan bir faydalanma sağlanması halinde, noksan bir ceza gerekir ki o da sadakadır.

Bir kimse özür ve zaruret olmaksızın, gömlek, cübbe, şalvar, don, sarık, takke, mest veya çorabı tam bir gündüz giyerse "dem" (bir koyun kurban etmek) gerekir. Çünkü bunlardan birini tam gün giymek tam bir faydalanmadır. O halde tam bir cezayı gerektirir ki, o da bir koyun kurban etmektir. Başka bir şey bu cezanın yerini tutmaz. Çünkü bu fiili bir zaruret olmaksızın yapmıştır.

Şayet yukarıda şeylerden birini bir günden az giyerse ceza olarak "sadaka" vermesi vacip olur. (sadakadan maksat bir sadaka-ı fıtır miktarıdır) Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin ilk görüşü dikişli elbiseyi bir günün çoğunda giyerse bir koyun kurban etmek gerekir şeklinde idi, daha sonra bu görüşünden dönmüş ve "tam gün giyerse bir koyun kurban etmek gerekir demiştir.

İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'e göre dikişli elbise de yukarıda saydığımız ve onların benzeri dikişli şeylerin bir günden daha az giyilmesi durumunda cezası bir koyunun kıymetinden giydiği zamana tekabul eden para miktarıdır. Örneğin yarım gün giyerse yarım koyun kıymetini ceza olarak verir. Hanefi mezhebinde fetva birinci görüştür. Yani İmam-ı Azam (Rahimehullâh)'ın görüşüdür.

İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh)'ye göre bir an dahi ihramlının dikişli elbise giymesinin cezası "dem" dir. Gerekçeside şudur. Dikişli bir şeyin velev bir an olsun giymek tam bir faydalanmadır. Çünkü dikişli şey bedenine şamil olmuştur. O halde tam bir ceza gerekir.

Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin görüşünün gerekçesi şudur: Dikişli elbiseyi bir günden az giymek noksan faydalanmadır. Çünkü onu giymekten maksat sıcak ve soğuğu men etmektir. Bu ise günün tamamında giymekle hasıl olur. Bundan dolayı insanlar gündüz başka gece başka elbise giyerler. Gündüz giydikleri elbiseyi ancak gece çıkarırlar. O halde gündüzün bir kısmında giymek noksan bir faydalanmadır. Noksan bir keffareti gerektirir ki o da sadakadır. Bir tırnak kesmek gibi. Eğer gündüzün tamamında giyerse tam bir faydalanma olur. Cezası da dem olur.

İhramlı bir kimse başının dörtte birini bir gün örterse ceza olarak "dem" gerekir. Eğer dörtte birden daha azını örterse sadaka gerekir. "Asl" isimli eserde de böyle zikr edilmiştir. İbn-i Sema "Nevadir" isimli eserinde İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'den şöyle rivayetle, şöyle zikretmiştir: İhramlı bir kimse başının çoğunu bir gün örtmedikçe "dem" gerekmez. Çünkü azı örtmek tam bir faydalanma değildir. O halde onunla tam bir ceza vacip olmaz. "Asl" isimli eserde zikredilenin gerekçesi şudur. Bu babda başın dörtte biri için bütünü hükmü vardır. Başın dörtte birini tıraş etmede olduğu gibi. Verilen bilgiye binaen ihramlı bir kadın yüzünün dörtte birini tam gün örterse veya bir erkek yüzünün dörtte birini örterse "dem" gerekir.

İhramlı bir kimse başına veya yüzüne dikişli olmayan bir bezi tam günde dolusu (sarsa) üzerine bir şey yoktur. Çünkü tam bir faydalanma olmamıştır. Sadaka vermesi gerekir. Çünkü yüzünü ve başını örtmekten men edilmiştir. Dikişsiz bir bez parçasını bir illetten dolayı cesedinin bir yerine dolasa üzerine bir şey gerekmez. Çünkü dikişsiz bir şeyle bedenini örtmesinden men edilmemiştir. Ancak özürsüz olarak bunu yapması mekruhdur. Çünkü bunu bedenine dolaması dikişli giymesine benzemektedir.

Yukarıda zikrettiğimiz dikişli elbiseyi tam gün giymenin cezası "dem"dir ifadesi serbestlik halindedir. Bir özür ve zaruretten dolayı giyerse oruç, sadada, dem cezalarından dilediği birini ceza olarak yerine getirir. Bu hususta delil Allâh-u Te'âlâ'nın hastalıktan veya başındaki bir rahatsızlıktan dolayı başını tıraş edenin keffareti (cezası) hakkında şöyle buyurmasıdır.

فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ بِه۪ اَذًى مِنْ رَاْسِه۪ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍ

"İçinizden hasta olan veya başından rahatsız olan varsa fidye olarak ya oruç tutması ya sadaka vermesi veya kurban kesmesi gerekir." (Bakara 196)

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Ka'b b. Ucra (Radıyallâhu Anh)'ya şöyle demiştir:

اَيُؤْذِيكَ هَوَامُّ رَأْسِكَ قَالَ نَعَمْ فَقَالَ احْلَقْ وَاذْبَحْ شَاةً اَوْ صُمْ ثَلاَثَةَ اَيَّامٍ اَوْ اَطْعِمْ سِتَّةَ مَسَاكِينَ لِكُلِّ مِسْكِينٍ نِصْفُ صَاعٍ مِنْ بُرٍّ

"Başının haşeratı seni rahatsız ediyor mu? Ka'b (Radıyallâhu Anh) "evet" dedi. Bunun üzerine: "Koyun kurban et yada üç gün oruç tut veya altı fakiri her birine buğdaydan yarım sa'olacak şekilde doyur." buyurdu. Bu hadis-i şerif her ne kadar bir özürden dolayı başı tıraş etme hususunda varit olmuşsa da, zaruret ve özürden dolayı kolaylık sağlamayı ifade etmektedir. Bu da konumuz olan dikişli elbise giymek hususunda mevcuttur.

Denilmiştir ki: İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh)'ye göre serbestlik halinde de bu üç cezadan biri arasında seçim yapabilir. Bu doğru değildir. Çünkü zaruret halinde serbest bırakmak kolaylık sağlamak ve cezayı hafifletmek içindir. Zaruret olmadan bu yasağı ihlal eden kişi cezada hafifletmeyi haketmez.

Yemek yedirme cezasında temlik (mülke geçirmek) şart değildir, temkin (yemeye imkan tanıma) de yeterlidir. Bu Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin görüşüdür. Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rahimehumellâh)'e göre temlik şarttır.

Oruç tutma cezasında orucun peşpeşe olması şart değildir. Cezayı ayrı ayrı günlerde tuttuğu oruçla yerine getirebilir.

"dem" cezasında, koyunun Harem bölgesinde kesilmesi şarttır. Ancak Harem bölgesinin dışında kesip etini altı fakire, herbirine buğdaydan yarım sa' kıymeti miktarınca tasadduk ederse yemekten bedel olması yolu üzere caiz olur.

Oruç cezasının Harem bölgesinde tutulması zorunlu değildir. İcma ile bütün mekanlarda tutulabilir. Biz hanefilere göre sadakada böyledir. Şafii (Rahimehullâh)'ye göre sadaka ancak Mekke'de verilir. Çünkü onunla onlar faydalanır. Bundan dolayı ceza kurbanı ancak harmede kesilir. Bizim delilimiz şudur: Sadaka hususundaki Nas'ın mutlak oluşudur. Şüphe yok ki ceza kurbanının kesilmesinin Mekke'ye tahsis edilmesi nas iledir. O da Allâh-u Te'âlâ'nın kavl-i kerimidir:

حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْىُ مَحِلَّهُ

"Kurban kesileceği yere ulaşıncaya kadar" (Bakara, 196)

Sadaka hakkında bunun misli mevcut değildir.

Dikişli elbise giymek sebebiyle vacip olan cezada, ihramlının cezayı gerektiren bu fiili kasden yapması, unutarak yapması veya tehdit altında yapması arasında fark yoktur. Şafii (Rahimehullâh) "unutanla, tehdit altında olan üzerine hiçbirşey yoktur." demiştir. Bu elbiseyi kendinin giymesi veya başkasının ona giydirmesi arasında fark yoktur. Şafii (Rahimehullâh) bunu da muhalefet etmiştir. Şafii (Rahimehullâh)'nin gerekçesi şudur: Keffaret (ceza) ancak ihram yasağını yapmakla vacip olur. Halbuki unutmak ve tehdit altında bulunmakla yasak olmaz. Yasak olmayınca da ceza olmaz. Bundan dolayı oruçta unutmak icma ile özür kabul edilmiştir. Tehdit altında oruç bozmakda bana göre özürdür.

Bizim delilimiz şudur: Keffaret (ceza) hatırlama ve isteyerek yapma halinde vacip olur. Çünkü tam faydalanma mevcuttur. Bu zorlama ve unutma halinde de mevcuttur. "Unutanın ve tehdit altında olanın fiili yasak olma ile vasıflanmaz." Sözü doğru değildir. Bilhakis yasak olma unutma ve tehdit altında olma fiili "cinayet" olmakla vasıflanmaktadır. Unutmanın ve tehditin teesiri sadece ahirette hesaba çekilmenin kaldırılmasıdır. (Yani bu fiilden dolayı ahirette hesaba çekilmez) Biz hanefilere göre unutanın ve tehdit altında bulunanın fiilinden dolayı hesaba çekilmesi aklen caizdir. Şer'an hesaba çekilme Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) 'in şu duasıyla:

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَأْنَا

"Ey Rabbimiz! Eğer unutursak veya hata edersek bizi hesaba çekme" (Bakara)

Ve şu sözüyle;

رُفِعَ عَنْ اُمَّتِى الْخَطَأُ وَالنِّسْيَانُ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ

"Ümmetimden hata, unutmak ve zorlandıkları şey (-in hükmü) kaldırılmıştır. (Bedayî)

İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh)'nin unutma ve tehdit altında olmayı oruca kıyas etmesi doğru değildir. Çünkü ihramda unutmanın son derece nadir olacağı hatırlatıcı haller vardır. O halde unutmak yokluğa katılmıştır, yok sayılmıştır. Orucu ise hatırlatan haller yoktur. O halde unutmak zorluğu defetmek için özür sayılır. Namazda unutmak ikram yasaklarında olduğu gibi özür sayılmamıştır. Çünkü namazda da hatırlatıcı haller vardır.

İhram olan bir kimse giyislerin tamamını yani gömlek, cübbe, sarık, takke ev mestleri tam gün giyse ona bir "dem" gerekir. Çünkü bu bir cihet üzere vaki olan bir giyiştir. Bir ceza ona yeterli olur. Tıpkı cinsel ilişkide ki bir kaç duhul gibi. Yani her bir duhul için ayrı bir ceza değil hepsi için bir ceza gerekir.

İhramlı olan bir kimse bir elbise giymeye mecbur kalsa, fakat iki elbise giyse, bu iki elbiseyi zaruret yeri üzerine giyerse ona bir ceza gerekir. Örneğin: Bir gömlek giymeye mecbur kalsa, fakat iki gömlek giyse veya bir gömlek bir cübbe giyse veya takke giymeye mecbur kalsa takke ve sarık taksa. Bu giyme bir cihet üzerine vaki olduğu için bir ceza gerekir. Eğer iki elbiseyi farklı iki yer üzerine giyerse yani zaruret yeri ile zaruretin olmadığı yere "örneğin; takke giymeye mecbur kalsa, takkeyle gömlek giyse" iki ceza gerekir.

a) İhtiyaç duyduğu seyi giymesinden dolayı zaruret cezası.

b) İhtiyaç duymadığı şeyi giymesinden dolayı ihtiyar (zaruretin olmaığı tercih hali) cezası.

Bir elbiseyi zaruretten dolayı giyerse sonra zaruret ortadan kalkarda bir gün veya iki gün giymeye devam ederse bakılır; eğer zaruretin kalktığı hususunda şüphe devam ediyorsa sadece bi ceza vacip olur. O da zaruret cezasıdır. Eğer zaruretin kalktığına kesin olarak kanaat getirmişse iki ceza gerektirir. Zaruret keffareti ve ihtiyar keffareti.

İhramlı olan kimse hastalansa veya sıtmaya tutulsa, bu haliyle bir vakit elbise giymeye ihtiyaç duyuyor sıtma halinde duymuyorsa bu hastalık ondan gitmediği müddetçe bir ceza üzerine vacip olur. Çünkü elbiseyi giymek bir cihet üzerine vaki olmuştur.

Bu tür meselelerde kural şudur: Bu meselelerde giyme cihetinin birliğine ve farkılılğına bakılır. Giyme suretine bakılmaz. İhramlı bir kimse dikişli elbiseyi günlerce giyse gece ve gündüz çıkarmasa ihtilafsız ona bir "dem" (bir koyun kesmek) gerekir. Çünkü giyme bir cihet üzeredir. Aynı şekilde dikişli elbiseyi gündüz giyip gece, o elbiseyi terketme kasdıyla değilde uyumak için çıkarırsa ve böyle günlerce devam etse bir "dem" gerekir. Çünkü elbiseyi gece çıkarması onu terketme kasdıyla olmayınca giymek bir cihet üzere olmuş olur.

İhramlı kimse dikişli bir elbiseyi tam gün giyse ve ceza olarak bir koyun kesse, sonra o elbiseyi giymeye devam etse ve bir tam gün geçse ihtilafsız bir "dem" gerekir. Çünkü giymeye devam etmek yeniden giymek mesabesindedir. Şu delille ki; bir kimse dikişli elbise üzerindeyken ihrama girse ve ihrama girdikten sonra tam gün o halde devam etse bir "dem" gerekir. Şayet o dikişli elbiseyi tam gün giyse ve çıkarsa ve onu bırakmayı kasdetse bundan sonra dikişli elbise giyse bakılır: Eğer birincisi için keffaret verse, icma ile keffaret vermesi gerekir. Çünkü birinci için keffaret verince o giyme yok sayılır. Ondan sonraki giyme yeniden giyme hükmünde sayıldı ve onun içinde ceza gerekti. Şayet birinci giyme için keffaret vermişse Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah)'a göre yine iki keffaret gerekir. Bu iki imamın kuralı şudur: Dikişli elbiseyi terketmek üzere çıkarmak mümkün olarak giymelerin ihtilaf ettiğini gerektirir. Birinci giyme için keffaret versin veya vermesin farketmez. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'ye göre bir keffaret yeterlidir. Çünkü birinci giymekten dolayı keffaret vermeyince giyme hali üzere kalır, ikinci giyme varolunca ona ancak bir keffaret taalluk eder. Birinci giyme için keffaret verseydi ikinci giyme yeni bir giyme olacaktı ve başka bir keffareti gerektirecekti. İhramlı olan kimse yüzük ve saat takabilir.

Güzel koku sürünmek

İhramın yasaklarından biri de güzel konu sürünmektir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

لاَ يَلْبَسُ مِنَ الثِّيَابِ مَا مَسَّهُ وَرْسٌ اَوْ زَعْفَرَانٌ

"(İhrama giren kimse) vers (güzel koku) ve zaferan sürülü elbise giyemez." (Fıkhu'l İslami ve edilletuhu)

Ayrıca ihramlı için aslolan her türlü süs unsurundan uzak ve arınmış bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

اَلْمُحْرِمُ اْلاَشْعَثُ اْلاَغْبَرُ

"İhramlı saçı sakalı karışık ve üstü başı tozlu olandır." (Bedayi) Güzel koku buna aykırıdır.

Devesinden düşerek boynu kırılıp ölen bir ihramlı için Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

لاَ تُخَمِّرُوا رَأْسَهُ وَلاَ تُقَرِّبُوهُ طِيبًا فَاِنَّهُ يُبْعَثُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مُلَبِّيًا

"Başını örtmeyin ve ona güzel koku yaklaştırmayın. Zira o, kıyamet günü telbiye getirerek diriltilecektir." (Bedayi)

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu zatın ihramlı oluşunu, başının örtülmesi ve koku sürülmesinin haram olmasına illet yapmıştır.

İhramlı bir kimse baş, baldır, incik, ağız ve el gibi tam bir uzva koku sürerse, "dem" (bir koyun kurban etmek) üzerine vacip olur. Bir uzuvdan daha azına koku sürecek olursa "sadaka" gerekir. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh) "dikişli elbise giyme meselesinde söylediği gibi" tamamına koku sürülen uzuvda bir dem gerektiğine göre, bir dem'in kıymeti ortaya konur sonra bir uzuvdan ne kadar miktara koku sürüldüyse bir koyunun kıymetinden o kadar miktar tasadduk edilir. Örneğin: Bir uzvun dörtte birine koku sürse, bir koyunun kıymetinin dörtte biri miktarını tasadduk eder. Uzvun yarısına koku sürerse, koyunun kıymetinin yarısı tasadduk eder. (Fetva İmam-ı Azam (Rahimehullâh)'ın görüşüdür)

Hakim "Münteka" isimli eserinin bir yerinde şöyle zikretmiştir: İhramlı bıyığına veya sakalından bıyığı miktarına koku sürse "sadaka" vacip olur.

Başka bir yerinde, başının dörtte birine koku sürerse "dem" (bir koyun kesmek) vacip olur diye zikretmiştir. Başının dörtte birine bütünü hükmü vermiştir. Başı traş etmede olduğu gibi. Şafii (Rahimehullâh) şöyle demiştir: Güzel kokunun azında ve çoğunda "dem" vardır. Çünkü faydalanma mevcuttur. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'de azı çoğu kıyas etmiştir. Sahih olan görüş, "Asl" isimli eserde zikredilendir. Çünkü bir uzvun tamamına koku sürmek tam bir faydalanmadır ve tam bir cinayet olmuştur. O halde tam bir cezayı gerektirir. Bu miktardan daha azına koku sürmek noksan bir faydalanmadır, o halde noksan bir keffareti (cezayı) gerektirir. Çünkü hüküm sebebin miktarına göre sabit olur.

Her uzuvdan farklı yerlere koku sürse, bunların hepsi toplanır. Eğer tam bir uzuv miktarına ulaşırsa "dem" (bir koyun kesmek) vacip olur. Eğer ulaşmazsa "sadaka " gerekir.

Bütün uzuvlarına koku sürerse (örneğin kokulu bir sabunla bütün bedenini yıkarsa) bakılır; eğer bir mecliste olursa (misalimizde olduğu gibi) bir "dem" gerekir. Çünkü cinayetin cinsi birdir. Eğer muhtelif iki mecliste olursa "şöyle ki, bir mediste tam bir uzva koku sürer, başka bir mediste bakşa bir uzvun tamamına koku sürer. " Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah)'un görüşüne göre birinci cinayet için kurban kessin veya kesmesin, keffaret versin veya vermesin her biri için bir "dem" gerekir. Yani iki "dem" gerekir. Fetva budur. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh) birinci cinayet (suç) için kurban kesmişse hüküm böyledir. Yani ikinci cinayet (suç) için de kurban kesmesi gerekir. Eğer birinci cinayet için bir koyun kesmemişse, her iki cinayet için bir koyun keser.

Bütün bir uzvu kaplayacak şekilde gül, menekşe yağı gibi herhangi bir güzel koku ile karıştırılmış yağ sürünse bir "dem" (koyun kurban etmek) gerekir. Hatta zeytinyağı ve susamyağı gibi kokusuz yağla yağlansa da "dem" gerekir. Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'e göre "sadaka" gerekir.

İmam-ı Şafiî şöyle demiştir: Zeytinyağı ve susamyağı gibi kokusuz olan yağı saçında kullanırsa, hiçbir şey gerekmez. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) "ihramlıyken zeytinyağı ile yağlanmıştır." Şayet bu "dem"i gerektirseydi, onu yapmazdı. Ayrıca kokusuz yağlar gıdaların kullanıldığı gibi kullanılır. O halde yağlar, et ve içyağına benzemiştir. Şu kadar var ki "sadaka"yı gerektirir. Çünkü bu, baştaki haşaratı öldürür. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin delili: Ümmü Habibe (Radıyallâhu Anha) 'den rivayet edilmiştir ki,

اَنَّهُ لَمَّا نُعِيَ اِلَيْهَا وَفَاةُ اَخِيهَا قَعَدَتْ ثَلاَثَةَ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَدْعَتْ بِزِنَةِ زَيْتٍ وَقَالَتْ مَالِىَ اِلَى الطِّيبِ مِنْ حَاجَةٍ لَكِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ ص قَالَ لاَ يَحِلُّ لِامْرَأَةٍ تُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ اَنْ تُحِدَّ عَلَى مَيِّتٍ فَوْقَ ثَلاَثَةِ اَيَّامٍ اِلاَّ عَلَى زَوْجِهَا اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًا

"Ümmü Habibe'ye erkek kardeşinin ölüm haberi verilince üç gün oturdu sonra zeytinyağı ziynetini istedi ve şöyle dedi:

Benim için güzel koku bir ihtiyaç değildir. Fakat Rasullullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'ın şöyle dediğini işittim:

Allâh (Celle Celâluhû)'a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kadın için üç günden fazla yas tutmak helal olmaz. Ancak kocası için dört ay on gü yas tutabilir." (Bedayî)

Ümmü Habibe bu rivayetinde zeytinyağını güzel koku olarak zikretmiştir. Ayrıca zeytinyağı güzel kokunun aslıdır. Zira güzel koku zeytinyağının içine atılırsa güzel kokar. İhramlı kimse zeytinyağını güzel kokuyu kullandığı gibi kullanırsa diğer kokulu yağlar gibi olur. Bir de zeytinyağını başa ve sakala sürüldüğü zaman ihramın alameti olan, saçı sakalın kırışıklığını gidermiş olur ve ihramı alametsiz kalır, cinayeti kamil olur. Bu durumda ceza olarak "dem" gerekir. İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh)'nın rivayet etmiş olduğu "Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ihramlıyken yağ sürülmüştür" hadis-i şerifi zarurete hamledilmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) "dem" cezasını gerektiren şeyi yapmayacağı gibi "sadaka"yı gerektiren şeyi de yapmaz. Halbuki iki imamımıza göre zeytinyağını vucudunun neresinde kullanırsa kullansın, Şafii'ye göre saçında değilde bedeninde kullanırsa sadaka gerekir. O halde hadisten murad özür ve zaruret halidir.

İhramlı olan zeytinyağıyla yarasının ve ayağının yarıklarını tedavi etse, üzerine keffaret yoktur. Şayet güzel koku ile tedavi yaparsa keffaret vacip olur. Çünkü bu asıl itibariyle güzel kokudur. Onu kokulanmak için veya başka bir şey için kullanmak eşittir.

İhramlı olan iç yağı ve tereyağı ile yağlansa hiçbir ceza gerekmez. Çünkü bunlar güzel koku olmadığı gibi güzel kokununda aslı değildirler. Çünkü iç yağı veya tereyağına güzel koku dökseniz güzel koku vermez. O halde hiçbir surette güzel koku olamaz.

Ashabımız (Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed "Rahimehumullah") şöyle demiştir. Bedende kullanılan şeyler üç çeşittir.

a) Misk, kafur ve anber gibi sırf kokulanmak için hazırlanmış güzel kokular. Bu çeşit kokular hangi şekilde kullanırsa kullanılsın (bir uzvun tamamına sürülürse) ceza olarak "dem" gerekir. Hatta alimler şöyle demiştir. Güzel koku ile gözünü tedavi ederse üzerine keffaret vacip olur. Çünkü göz tam bir uzuvdur.

b) Bizatihi güzel koku olmayan kendisinde güzel koku manası bulunmayan ve hiçbir surette güzel koku olamayacak olan şeydir. İç yağı gibi.

Bununla ister yağlansın, ister onu yesin isterse de onu ayağındaki yarıklara tedavi için sürsün keffaret vacip olmaz.

c) Bizatihi güzel koku değildir. Fakat güzel kokunun aslıdır. Hem güzel koku suretinde hemde katık suretinde kullanılır. Zeytinyağı ve susamyağı gibi.

Bu türde kullanım itibara alınır. Eğer diğer kokulu yağların bedende kullanıldığı gibi kullanılırsa, ona güzel koku hükmü verilir. Yenilen bir şeyde veya ayakların yarıklarında kullanılırsa, ona güzel güzel koku hükmü verilmez. İçyağı gibi. Yani birinci durumda; güzel kokulu yağlar gibi kullanılması durumunda ceza gerekir. İkinci durumda; yenilen şeylerde, ayak yarıklarında kullanılırsa ceza gerekmez.

Güzel koku, pişirilen bir yemeğin içinde bulunur ve değişirse ihramlının onu yemesi durumunda üzerine bir şey vacip olmaz. İster koku mevcut olsun ister olmasın. Çünkü güzel koku yemeğin içinde helak edilmiştir. Eğer yemek pişirilmemişse ve yemeğe karıştırılan güzel kokunun kokusu mevcutsa ondan yemek mekruhtur. Yemekle üzerine bir şey vacip olmaz. Çünkü yemek kokuya galiptir. Koku yemek içinde helak edilmiştir. Şayet yemekle karışmamış olan güzel kokunun bizzat kendisi yese üzerine "dem" vacip olur. Çünkü ağız tam bir uzuvdur. Burada şunu da ifade edelim ki, günümüzde çok güzel koku saçan diş macunlarıyla dişleri fırçalamakda ceza olarak "dem" gerektirir.

İçine zaferan karıştırılan tuz hakkında şöyle demişlerdir: Eğer zaferan tuza galip gelirse, keffaret vacip olur. Çünkü tuz, zaferana tabi olur ve onu güzel koku olmakdan çıkarmaz. Eğer tuz zaferana galip olursa, keffaret vacip olmaz.

İhramlı olan bir kimse hastalık veya bir illetten dolayı yenmeyen güzel koku ile tedavi olsa veya bir illetten dolayı güzel koku ile sürme çekse, onun üzerine üç keffaretten dilediği herhangi biri vardır. Çünkü yukarıda zikretmiştik ki ihramlının bir zaruret ve özürden dolayı ihramın yasak ettiği şeyi yapması halinde üç keffaretten biri üzerine vacip olur.

İhramlının güzel kokuyu veya reyhan'ı koklaması mekruhtur. İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anhuma)'den rivayet edilmiştir ki; onlar reyhan koklamayı kerih görmüşlerdir. İbn-i Abbas (Radıyallâhu Anh)'dan bunda beis olmadığı rivayet edilmiştir. Şayet koklayacak olursa biz Hanefilere göre hiçbir cezası yoktur. Şafii (Rahimehullâh) şöyle demiştir: Koklayana fidye vacip olur. Çünkü güzel koku kokusu olan şeydir. Reyhanın hoş bir kokusu vardır. O halde güzel koku sayılır.

Biz Hanefiler diyoruz ki "evet, reyhan güzel kokudur." Fakat ihramlının onu koklamasıyla o, ne bedenine ne de elbisesine bitişmemiştir. Sadece onu koklamıştır. Bu ise keffareti gerektirmez. Tıpkı ihramlı bir kimsenin attar (koku satan)'ın yanında oturması gibi. Şu kadar var ki ihramlının güzel koku koklaması mekruhtur. Çünkü bunda faydalanma sözkonusudur.

Hoş kokusu olan her bitki ve hoş kokusu olan her meyveyi koklamak böyledir. Mekruhtur. Çünkü bunda faydalanma söz konusudur. İmam-ı Mâlik (Rahimehullâh)'den rivayet edilmiştir ki, hac günlerinde Mekke'de ki attar (koku satan) ların kaldırılmasın emrederdi. Bu doğru değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ve arkadaşları bunu yapmamıştır.

İhrama girmeden önce sürünmüş olduğu güzel kokuyu ihramlı iken koklamasında bir beis yoktur. Çünkü güzel kokuyu kullanmak mubah bir vakitte hasıl olmuştur. O halde kokunun kendini koklamak kalmıştır. Bundan da men edilmez. Tıpkı koku satana uğraması gibi.

İbn-i Sema, İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'den şöyle rivayet etmiştir. Bir adam koku sürülmüş bir eve girse ve o evde beklemesi uzasa kokudan elbisesine az bir şey takılsa üzerine hiçbir ceza yoktur. Çünkü bizatihi koku ona takılmamıştır.

İhramlı bir kimse elbisesiyle tütsülense ve elbisesine çok koku takılsa (yani elbisesine çok koku sinse) bir koyun kesmesi gerekir. Çünkü koku çok olunca bizatihi üzerine sinmiş ve onu bendeninde kullanmıştır. İhramlı sanki koku sürünmüş gibi olmuştur.

İhramlı kimse bir güzel kokuya dokunurda koku onun eline yapışırsa, bu koku sürünme mesabesinde olur. Çünkü o, koku sürünmeyi kasdetmese de eline koku sürmüştür. Kasdetmek keffaretin vacip olması için vacip değildir. O halde keffaret vacip olur.

İhramlı bir kimse hacer'ül esved'i istilam etse (yani ellerini üzerine koyup onu öpse) ve onun kokusundan eline isabet etse, keffaret vacip olur. Çünkü koku sürünmeyi kasdetmesede güzel kokuyu kullanmıştır. Üzülerek ifade edelim ki günümüzde hacer'ül esved'i ellerini dokunarak istilam etmek isteyen ihramlı kardeşlerimiz iki yasağa düşmektedirler.

1. Bu şekilde istilam yapabilmek için (ki, bu sünnettir) insanları dövercesine itekleyerek onlara eziyet etmektedirler. Bu haramdır. Sünneti yerine getirmek için harama düşmek çok cahilce bir şeydir.

2. Şayet hacer'ül esved'e henüz koku sürülmüşse elleri onun üzerine koyunca eller kokulanır ve keffaret gerekir. Ancak çok kişi ellerini oraya koyduğunda bir süre sonra koku, elleri kokulayacak şekilde kalmamaktadır. Bu durumda ceza geekmez. Aynı durum kâbe'nin kapısının eşiği için söz konusudur. İhramlı kardeşlerimiz kapının önüne koku henüz sürülmüşken ellerini oraya koymuşlardı, elleri kokudan ıslanmış vaziyette oradan ayrıldıklarını bizzat müşahade etmişlerdi. Şüphesiz bu ceza kurbanını gerektirir.

İhramlı bir kimse bir yarayı tedavi etse veya bir illetten dolayı koku sürünse sonra, birinci yara iyileşmeden önce başka bir yara çıksa onu da güzel koku ile tedavi etse, bir keffaret vacip olur.

İhramlının hacamat yaptırmasında veya damardan kan aldırmasında bir beis yoktur. Aynı şekilde yarasını deştirip üzerine bez bağlamasında bir beis yoktur. Kırılan uzvuna alçı yaptırmasında da bir beis yoktur. Ağrıyan dişi varsa onu çektirebilir. Herhangi bir cezası yoktur. Hamama girip gusledebilir. Hiçbir sakıncası yoktur. Rivayet edilmiştir ki Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ihramlıyken hacamat yaptırmıştır. Damardan kan aldırmak, yarayı deşip bağlamakda hacamet yaptırmak manasındadır. Bunlardan hiçbiri için ceza gerekmez. Çünkü bu şeylerde sadece deriyi yarmak vardır. İhramlı kimse bundan menedilmemiştir. Ayrıca bunlar tedavi kabilindendir. İhram ise tedaviye mani değildir. Kırılan uzvu alçıya almakta tedavi kabilindendir. Ağrıyan dişi çektirmekde zararı defetmektir. İhramlıya bunların hiçbiri yasak değildir.

İhramlının yıkanmasına gelince, rivayet edilmiştir ki, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ihramlıyken yıkanmıştır. (Bedayî)

İhramlı bir kimse başını ve sakalının hıtmi (güzel kokulu bir bitkidir) ile yıkarsa Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre ceza olarak bir koyun kesmek gerekir. Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rahimehumellâh)'e göre sadaka gerekir. Çünkü hıtmi güzel koku değildir. Sadece kiri giderir. O halde kokusuz olan üşnan otuna benzemiştir. Bununla "dem" lazım gelmez sadaka vacip olur. Çünkü bu haşaeratı öldürür. Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre hıtmi güzel kokudur. Çünkü onun hoş bir kokusu vardır. Sair güzel kokular gibi onunla da dem vacip olur.

Buna binaen günümüzdeki bütün kokulu sabunlarla başını yıkarsa "dem" gerekir. Ayrıca hıtmi ile başı sakalı yıkamak saç ve sakaldaki karışıklığı giderir, haşeratı öldürür. O halde, başı traş etmeye benzer ki ceza olarak "dem" gerekir.

İhramlı başına ve sakalına kına yaksa bir koyun kesmesi vaciptir. Çünkü kına güzel kokudur. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir.

اَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ ص نَهَى الْمُعْتَدَّةَ اَنْ تَخْتَضِبَ بِالْحِنَاءِ وَقَالَ الْحِنَاءُ طِيبٌ

"Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) iddet bekleyen kadının kına yakmasını yasaklamıştır ve şöyle demiştir: Kına güzel kokudur" (Bedayî)

"Ayrıca güzel koku" hoş kokusu olan şeydir. Kınanında hoş kokusu vardır.

İhramlı olan bir kadın ellerine kına yaksa bir koyun kurban etmesi gerekir. Cezası budur. Eğer az olursa sadaka vermesi vaciptir. Çünkü tam bir faydalanma ancak tam bir uzva koku sürmekle olur.

İhramlı bir kimse içinde güzel koku olmayan bir sürme ile gözüne sürme çekebilir.

Güzel koku sürmekle vacip olan cezadan hatırında olarak yapmak, unutarak yapmak, isteyerek yapmak ve tehdit altında yapmak musavidir. Nitekim dikişli elbise giymekte de öyleydi.

Güzel koku meselesinde kadın ve erkek eşittir. Hem erkeğe hem kadına haramdır. Çünkü kadın ve erkek haramda ve cezayı gerektirende eşittirler.

Kıran haccı yapanla ifrad haccı yapanda böyledir. Şu kadar var ki kıran haccı yapan ifrad haccı yapanın verdiği cezanın mislini verir. Çünkü kıran haccı yapan hem umre hem hac ihramına, yani iki ihrama girmiştir. İşlediği suç iki ihrama noksanlık sokmuştur. Bu nedenle iki ceza ile cezalandırılır.

Günümüzde hac ve umre yolculuğu genelde uçakla yapılmaktadır. Eğer uçak Cidde'ye inecekse "Cidde" mikad mahallinin içinde yani hill bölgesinde kaldığı için uçağa binmeden veya uçak içerisinde hac veya umre yapacak olanlar ihrama girmektedirler. Zaten böyle yapılması gerekir. Ancak yolculuk esnasında yolculara yani ihrama girmiş olan bu kardeşlerimize yemek ikramı yapılmaktadır. Bu ikramla birlikte yemekten sonra ellerini silsin diye kolonyalı (yani güzel kokulu) bir ıslak mendilde verilmektedir. Maalesef ihramlı olan bu kardeşlerimizin çoğu alışkanlık olduğundan yemekten sonra o mendille ellerini silmektedirler. Ellerini bu şekilde silmenin cezası bir "dem" (bir koyun kesmek) dir.

Ayrıca ihramlıyken gerek Cidde'den Mekke'ye giderken yolda, gerek Mekke'ye vardıklarında tuvaletten sonra kokulu sabunla ellerini yıkayan birçok kardeşimizi müşahede ettik. Şüphesiz bununda cezası bir " dem"dir.

Kıl gidermek ve tırnakları kesmek:

İhramlı olan bir kimse başının tamamını ve üçte birini veya dörtte birini hiçbir zarruret olmaksızın tıraş ederse, bir "dem" vacip olur. Ebû Hanîfe ve İmam-ı Muhammed (Rahimehumellâh)'e göre ister Harem bölgesinde isterse başka yerde tıraş etsin hüküm budur. Ebû Yûsuf (Rahimehullâh)'a göre Harem bölgesinden başka bir yerde tıraş ederse üzerine hiçbir ceza yoktur. "Fetava-ı Kadıhan" da da böyledir. Eğer saçının dörtte birinden azını tıraş ederse "sadaka" gerekir. Allâh-u Te'âlâ şöyle buyuruyor.

وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُۧسَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْىُ مَحِلَّهُ

"Kurban kesileceği yere ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz" (Bakara, 196)

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur.

اَلْمُحْرِمُ اْلاَشْعَثُ اْلاَغْبَرُ

"İhramlı saçı sakalı dağınık ve tozlu olandır" (Bedayî)

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hacı kimdir diye sual edildi.

اَلشَّعِثُ وَالتَّفِثُ

"Saçı sakalı dağınık ve kirli olandır." buyurdular. Başı tıraş etmek ise bu hali giderir. Ayrıca bu ihramlı olmayanların faydalandıkları şeyden faydalanmalarıdır. İhramlı ise bundan men edilmiştir. Bir de saç, sakal ve bedenimizdeki diğer kıllar kişinin ihrama girmesi sebebiyle emniyeti elde etmiş bir tür nebattır. Bu yüzden onlara dokunmak (tıraş etmek, yolmak) haramdır, yasaktır. Tıpkı Harem (de bulunmak) sebebiyle emniyeti elde etmiş olan nebat (ağaç ve otlar) gibi.

Yukarıda söylediğimiz gibi başının üçte birini veya dörtte birini bir zaruret olmaksızın başı tıraş etmenin cezası bir "dem" dir. Bu ceza başka bir ceza ile telafi edilemez. Mutlaka bir koyun kesilmelidir. Şayet bir zarurete binaen başını tıraş ederse, üç cezadan biri üzerine vacip olur. Çünkü Allâh-u Te'âlâ şöyle buyuruyor.

فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ بِه۪ۤ اَذًى مِنْ رَاْسِه۪ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍ

"Sizden herhangi bir biriniz hasta ise veya başında rahatsızlık bulunursa fidye olarak ya oruç tutması yada sadaka vermesi veya kurban kesmesi gerekir." (Bakara, 196)

Şüphesiz zaruretin cezayı hafifletmede tesiri vardır. Bu yüzden üç cezadan birini tercih etmede serbest bırakılmıştır.

Başın dörtte birini tıraş etme durumunda ceza olarak "dem"in gerekmesi Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin görüşüdür. Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed (Rahimehumellâh)'e göre başının çoğunu tıraş etmedikçe "dem" gerekmez.

İmam-ı Şafiî (Rahimehullâh) üç kıl tıraş ederse "dem" vacip olur demiştir.

İmam-ı Mâlik (Rahimehullâh) başın tamamını tıraş ederse "dem" vacip olur demiştir.

Saçtaki bu durum üzere sakalının tamamı, üçte birini veya dörtte birini tıraş eder veya yolarsa "dem" gerekir. Dörtte birden azı ise sadaka gerekir.

Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'ye göre başın veya sakalın dörtte birini tıraş etmekle "dem" gerekmesinin gerekçesi şudur: Tıraş etme hususunda başın dörtte biri bütünü mesabesindedir. Abdestte başı meshetmede de dörtte biri meshetme tamamını meshetme yerini tutmuştur. Başın dörtte birini tıraş ederek ihramdan çıkmada da böyledir. O halde başın dörtte birini tıraş etmek tam bir faydalanmadır. Bu yüzden cinayet (suç) tam bir cinayet (suç) olup, keffareti gerektirmiştir. İmam-ı Şafi (Rahimehullâh)'nin söylemiş olduğu doğru değildir. Çünkü sakalından üç kıl alana örfde tıraş eden denmez. Bu yüzden tıraş etme ayeti ona şamil olmaz. Şununla beraber ki ceza olarak "dem"in vacip olması tam bir faydalanmaya taalluk etmektedir. Baştan üç kılı tıraş etmek tam bir faydalanma değildir. O halde tam bir keffareti gerektirmez. Başından veya sakalından bir şey alsa yahut başına veya sakalına dokunsa ve eline bir kıl gelse sadaka vermesi gerekir.

Başın tıraşı hususunda söylediklerimiz, kendi başını tıraş ettiği zamandır. Başkasının başını tıraş ederse bize tıraş edenin sadaka vermesi gerekir. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Mâlik (Rahimehumellâh)'e göre tıraş eden üzerine hiçbir şey vacip olmaz. Çünkü cezanın vacip olması faydalanmanın bulunmasıyladır. Halbuki tıraş edenin faydalanması söz konusu değildir. Bizim delilimiz şudur: İhramlı olan kimse kendi başını tıraş etmekten menedildiği gibi başkasının başını başını tıraş etmekten de menedilmiştir. Çünkü Allâh-u Te'âlâ "Bakara" suresinin 196. ayetinde şöyle buyuruyor: "Kurban kesileceği yere ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz."

Adeten insan kendi başını tıraş edemez. Şu kadar var ki başkasının başını tıraş etmek haram olunca kendi başını tıraş etmesi evleviyetle haram olmuştur. O halde sadaka vermesi vacip olur. "dem" vacip olmaz. Çünkü tıraş eden hakkında faydalanma gerçekleşmemiştir. Tıraş edilenin ihramlı ve ihramsız olması eşittir. Şu kadar var ki tıraş edilen ihramsız olursa üzerine bir ceza yoktur. İhramlı olursa üzerine "dem" vacip olur. Çünkü tıraş olan için tam bir faydalanma gerçekleşmiştir. Bu tıraş etme ister tıraş edilenin emriyle olsun ister emriyle olmasın. İstemesiyle olsun veya zorla yapılsın bize göre bunların hepsi eşittir.

Başı tıraş edilenin ceza olarak kestiği bir koyunun kıymetini, başını tıraş edenden alması söz konusu değildir. Çünkü tam bir faydalanma onun için hasıl olmuştur. Şayet kurban parasını tıraş edenden alacak olursa hem faydalanma hemde para onun için olur ki bu caiz değildir. Yani "ivaz ve ivazlanan" bir kişide toplanmaz.

Şayet başkasını tıraş eden ihramsız olursa, ona bir şey vacip olmaz. Tıraş edilenin hükmü geride zikrettiğimizdir.

İhramlı olan bir kimse bıyığını keserse sadaka vermesi vacip olur. Çünkü bıyık sakala tabidir. Normal zamanlara yani ihramsız olunması hallerinde bıyığın kısaltılması mı tıraş edilmesi mi? sünnettir. Bazıları kısaltılmasının sünnet olduğunu söylemiştir. Bazılarıda tıraş edilmesi sünnettir demişler ve bunu Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rahimehumullâh)'e nispet etmişlerdi. Ancak sahih olan bıyığın tıraş edilmesi değil kısaltılmasıdır. Çünkü biraz öncede ifade ettiğimiz gibi bıyık sakala tabidir. Sakalda ise tıraş yoktur, bir tutamdan fazlasını kısaltmak vardır; öyleyse bıyıktada kısaltma olmalıdır.

İhramlı bir kimse boynunu tıraş ederse bir "dem" vaciptir. Çünkü boyun tam bir uzuvdur. Kılını kesmekle faydalanma kasdedilmiştir. Bu yüzden tam bir keffaret vacip olur. Başı tıraş etmede olduğu gibi.

İhramlı bir kimse iki koltuk altından birinin tüylerini yolsa veya tıraş etse bir koyun kesmesi gerekir. İki koltuk altının tüylerini yolsa veya tıraş etse bir koyun kesmesi ona yeterli olur. Çünkü cinayetin (suçun) cinsi birdir, yasak birdir, cihette kıymete tabi tutulan değildir. O halde bir keffaret ona yeterlidir.

Bir koltuk altının tüylerinin çoğunu yolsa veya tıraş etse sadaka vermesi vaciptir. Çünkü bedende benzeri olanda çok, tamamı yerine kaim olmaz. Baş, sakal ve boyun öyle değildir. Çünkü onların bedende misli yoktur.

İhramlı bir kimse hacamat yerini tıraş etse ona "dem" vacip olur. Bu Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin görüşüdür. Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rahimehullâh)'e göre sadaka vermek vaciptir. "dem" gerekmez. Çünkü hacamat yeri tıraş ile kasedilmemiştir. Bilakis tabidir. Orayı tıraş etmeye "dem" taalluk etmez. Tıpkı bıyığı tıraş etmek gibi. Çünkü hacamat yeri etmeyle kasdedilen olmayınca cinayet (suç) tamamlanmış olmaz. Bu nedenle tam bir keffaret vacip olmaz. Ayrıca hacamat yeri kendisinden dolayı değil hacamat için tıraş edilir. Hacamat ise "dem"i gerektirmez. Çünkü ihramın yasaklarından değildir. Hacamat için yapılan hacamat yerini tıraş etmekte böyledir. Yani "dem" gerektirmez. Bir de hacamat yeri üzerinde olan kıllar azdır. O halde onları tıraş etmekle "dem" değil, sadaka gerekir.

Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)'nin delili: Hacamat yerini tıraş etmeye ihtiyaç duyan biri için bu yer, tıraş ile kasdedilen bir yerdir. Çünkü kanı boşaltmak için hacamata ihtiyaç duyan adına hacamat, kasdedilen bir iştir.

Bundan dolayı hacamat yeri ne başa ne de boyuna tabi olarak tıraş edilmez. Bu yüzden hacamat yerini tıraş etmek koltuk altını ve ksığı tıraş etmeye benzemiştir. Ceza olarak "dem" vacip olur.

Tıraş ile cezanın vacip olması hususunda bize göre kasıt, yanılma, isteyerek yapma ve tehdit altında yapmak eşittir. Aynı şekilde erkek, kadın, hacc-ı ifrad yapan, hacc-ı kıran yapanda eşittir. Şu kadar var ki, hacc-ı ifrad yapana bir cezanın gerektiği yerde hacc-ı kıran yapana iki ceza gerektirir. Çünkü iki ihram ile ihramlıdır. Başında burnundan veya sakalında kıllar yolsa, her bir kıl için bi avuç buğday vermesi gerekir.

İhramlı bir kimse başını tıraş etse ve sakalını, koltuk altını ve bütün bedeninin kıllarını alsa, bakılır; eğer bu bir yerde yapmışsa bir "dem" vaciptir. Eğer bunlardan herbirini ayrı ayrı yerlerde yapmışsa her biri için bir "dem" vaciptir. Bu Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellâh)'un görüşüdür.

İhramlı kimse bi yerde başını tıraş etse ve bunun için bir koyun kesse, sonra aynı yerde iken sakalını tıraş etse, ceza olarak başka bi koyun kesmesi vaciptir.

İhramlı kimse bir mecliste başının dörtte birini tıraş etse sonra başka bir mecliste dörtte birini tıraş etse sonra ve sonra aynını yapsa, yani dört ayrı yerden her birinde başından ayrı ayrı dörtte bir keserek başının tamamını tıraş etse, birinci için keffaret vermemişse ittifakla bir "dem" gerekir.

"Fethu'l Kadir" isimli eserde de böyledir.

İhramlı kimse ihramdan çıkmak için tıraş olmayı bayram günleri geçinceye kadar tehir ederse bir koyun kesmesi vacip olur. Aynı şekilde kıran veya temettû haccı yapan biri vacip olan şükür kurbanını kesmeyi bayram günleri geçinceye kadar kesmeyi tehir ederse "dem" vacip olur.

Kıran haccı yapan bir kimse vacip olan şükür kurbanını kesmeden önce tıraş olursa, iki "dem" gerekir. Biri, şükür kurbanını kesmeden önce tıraş olduğu için, diğeri kıran haccı için.

Tırnakları Kesmek:

İhramlı bir kimsenin tırnaklarını kesmesi caiz değildir. Çünkü bu ihramlı olmayanların faydalandığı şeylerle faydalanmadır. İhramlı bundan men edilmiştir. Bir özür ve zaruret olmaksızın bir elinin veya bir ayağının tırnaklarını keserse bir "dem" vacip olur. Çünkü bu tam bir faydalanmadır. Bu nedenle cinayet (suç) tam bir suç olmuş ve tam bi ceza olan "dem" vacip olmuştur. Bir elden veya ayaktan azını (yani eldeki veya ayaktaki beş parmağın beş tırnağını değilde dört veya, üç veya...) keserse "sadaka" vermesi vacip olu. Bu ashabımızın (yani İmam-ı Azam, Ebû Yûsuf ve Muhammed "Rahimehumullah"ın) görüşüdür.

Züfer (Rahimehullah) şöyle demiştir: Bir elden üç parmağın tırnağını keserse "dem" vacip olur. Ayakta aynıdır. Çünkü bir elden üç tırnak o eldeki tırnakların çoğudur. Bu bapta çok için bütün hükmü vardır.

Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed (Rahimehumullah)'in delili: Bir elden (beş parmaktan) azının (4. 3. 2. 1) tırnaklarını kesmek tam bir faydalanma değildir. Bu yüzden tam bir cezayı gerektirmez.

Dört azadan yani iki el ve iki ayaktan dağınık olarak beş tırnak kesse sadaka vermesi vacip olur. Her tırnak için yarım sa' (1900 gr) buğdayı sadaka olarak verir. Bu Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumullah)'un görüşüdür. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'e göre bir "dem" (bir koyun kesmek) gerekir.

Aynı şekilde dört uzuvdan (içinde iki el iki ayak) her birinden dört parmağın tırnaklarını kesse, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah)'a göre kesilmiş olan tırnaklar on altıya ulaşmış olsada sadaka vermesi vacip olur. Her bir tırnak için yarım sa' (1900 gr) buğday sadaka olarak verir. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'e göre, bir "dem" vacip olur. İmam-ı Muhammed kesilen tırnakların beş adet olmasına itibar etmiştir. Bu beş tırnağın bir uzuvdan olmasına veya dört uzuvdan toplanmasına itibar etmemiştir. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah) ise, beş adediyle beraber bu beş tırnağın toplanma sıfatına da itibar etmiştir. Bu sıfat beş tırnağın bir uzuvdan olmasıdır. Beş tırnak bir uzuvdan kesilmedikçe "dem" gerekmez.

İmam-ı Muhammed'in delili: Bir elin veya bir ayağın tırnaklarını kesmek, şüphesiz bir "dem"i gerektirir. Çünkü bir el dağınık dört azanın (iki el-iki ayak) dörtte biridir. Dörtte bir olma manasında bir elin beş parmağının tırnakları ile dört azadan toplanan beş parmağın tırnakları eşittir.

Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah)'un delili: Hiç şüphe yok ki "dem" ancak tam bir faydalanma ile vacip olur. Tam bir faydalanma ise dağınık olarak dört uzuvdan tırnak kesmeyle hasıl olmaz. Çünkü bir uzvun bütün tırnaklarını kesmemek faydalanmadan öte ayıptır. O halde tam bir ceza (dem) vacip olmaz. Her bir tırnak için yarım sa' (1900 gr) buğday vacip olur.

Bir elinden veya bir ayağından beş tırnak kesen ihramlı bir kimse onun keffaretini (cezasını) vermeden diğer bir elinin veya ayağının beş tırnağını keserse bakılır; eğer bu, bir mecliste olursa istihsanen bir "dem" vacip olur. Kıyasa göre her biri için bir "dem" gerekir. Kıyasa göre her biri için bir "dem" gerekir. Eğer iki mecliste olursa, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah)'a göre iki "dem" vacip olur. İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh) birincisi için keffaret vermedikçe bir "dem" vacip olur demiştir.

Bu üç imamımız şunun üzerine icma etmişlerdir: Bir elden veya bir ayaktan beş tırnak keserse, başının dörtte birini tıraş ederse, bir uzva koku sürerse, bu üç fiilden her biri için bir "dem" vacip olur. Bu üç fiil ister bir mecliste olsun ister ayrı meclislerde olsun eşittir.

Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah) meclis ihtilafını cinsin ihtilafı gibi saymışlar, İmam-ı Muhammed ise cinsin ittifak ettiği yerde meclis ihtilafını meclis birliği gibi saymıştır. Buna binaen; iki elin ve iki ayağın tırnaklarını kestiği zaman bakılır: Eğer bu işi bir mecliste yaparsa "istihsanen" bir "dem" vacip olur. Kıyasa göre el ve ayakta her bir uzuv için bir "dem" vacip olur.

Kıyasın vechi: "dem" ancak tam bir faydalanma hasıl olduğu zaman vacip olur. Çünkü bu şekilde cinayet(suç) tam olur. Suç tam olunca ceza da tam olur. Her bir uzvun tırnaklarını kesmek, her bir uzuv için tam bir faydalanmadır. Bu da herbiri için ayrı ayrı bir "dem" keffaret vermeyi gerektirir.

İstihsanın vechi: Buradaki cinayetin(suçun) cinsi birdir. (yani tırnak kesmektir) Bir ihram bu suçu yasaklamıştır. Bu nedenle sadece bir "dem" vacip olur.

Eğer bu fiil (her bir elin ve her bir ayağın tırnaklarını kesmek) ayrı ayrı yerlerde olursa, bunlardan her biri için bir keffaret gerekir. (yani dört koyun kesmesi gerekir) İster birinci fiil için keffaret versin ister vermesin farketmez. Bu Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah)'un görüşüdür.

İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh)'e göre birinci için keffaret vermezse, bir keffaret vacip olur. Çünkü keffaret(ceza) ancak ihramın saygınlığını yıkmakla vacip olur. Birinci uzvun tırnaklarının kesilmesiyle ihramın saygınlığı yıkılmıştır. Artık yıkılmış bir saygınlığı bir daha yıkmak tasavvur edilemez. (yani ikinci elin sonra bir ayağın ve nihayet diğer ayağın tırnaklarını kesmekle yıkılmış olan bir saygınlığa karşı fiil yapılmış olur ki bu, bir cezayı gerektirmez. İlk saygınlığın yıkmanın cezası bir "dem" dir. Başka bir ceza yoktur. )

İşte bundan dolayı Ramazan'da iki gün içerisinde kasden orucunu bozan bir kimseye sadece bir keffaret gerekir. Zira Ramazan orucunu kasden bozmada keffaretin vacip olması Ramazan ayının saygınlığını yıkmaktan dolayıdır. Birinci gün orucu bozmakla bu saygınlık yıkılmıştır. İkinci gün orucu kasden bozmakla yeni bir keffaret vacip olmaz. Çünkü ikinci bir keffareti vacip kılmak yıkılanı yıkmak olur ki bu muhaldir. Çünkü yıkılan yıkılmıştır, bir daha yıkılmaz. Ancak onarılırsa yıkılabilir. İşte bu yüzden İmam-ı Muhammed (Rahimehullâh) birinci fiil için keffaret verilir, sonra da ikinci fiil gerçekleşirse yeni bir keffaret gerekir demiştir. Çünkü birinci fiil için keffaret verilince sanki o fiil olmamış gibi olur ve ihramın saygınlığı geri döner. İkinci fiili yapınca geri dönen saygınlığı yıkmış olur ve keffaret bir "dem" gerekir.

Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf (Rahimehumellah)'un delili: İhram keffareti ancak ihrama karşı işlenen cinayet (suç) ile vacip olur. İhram ise mevcuttur. O halde her bir fiil (her bir uzvun tırnağını ayrı ayrı yerlerde kesmek) ihrama karşı işlenen müstakil bir cinayet(suç) olur. Ve her bir fiil için müstakil bir keffaret gerekir. Ancak bu dört cinayetin (iki el iki ayağın tırnaklarını kesmenin) yapıldığı yer bir yer olursa, birden fazla olan bu cinayetler bir hakikat hükmünde olur. Çünkü şeriatte meclis değişik fiilleri cemeden (toparlayan) sayılmıştır.

Eziyetten dolayı bir elinin tırnaklarını kesse keffareti üç şey(dem, sadaka, oruç)'den biridir. Çünkü ihramın yasak ettiği herhangi bir şeyi ihramlı bir kimse zaruret ve özürden dolayı yaparsa, bunun keffareti üç şeyden biridir.

İhramlı bir kimsenin tırnağı kırılıp, ondan bir parça ayrılsa ve onu koparsa, sabit olmayan şeylerden olduğu vakit üzerine hiçbir ceza gerekmez. Ayrıca kırılmasıyla büyüme ihtimali ortadan kalkmıştır, Harem bölgesinde kuruyan ot gibi olmuştur. Bu kurumuş otu koparana bir ceza olmadığı gibi kırılıp ayrılan sonra da koparılan tırnak için de bir ceza yoktur.

İhramlı bir kimse, ihramsız olan veya ihramlı olan birinin tırnaklarını kesse veya ihramsız olan biri ihramlı olanın tırnaklarını kesse, bunun hükmü saç traş etmenin hükmü gibidir.

AV HAYVANI ÖLDÜRMEK VEYA BUNA YOL GÖSTERMEK

Av hayvanından kasdedilen yaratılışı itibarıyla vahşi olan her türlü kara hayvanıdır. Bu ister mübah ister sahipli ve yenir türden ya da saldırgan olmamak kaydıyla aslan ve kaplan gibi yenilmez türden olsun. Doğan, baykuş, geyik, devekuşu ve benzeri de böyledir. Köpek, kedi, yılan, akrep, karasinek, pire, kene, kaplumbağa, kelebek, tavuk, kaz ve benzeri av hayvanı sayılmaz.

Av hayvanları iki çeşittir

1) Kara av hayvanları

2) Deniz av hayvanları

Kara av hayvanını biraz önce tanımladık. İhramlı olan bir kimse kara av hayvanını öldürür veya buna yol gösterirse (delalet) ceza vermesi gerekir. (ceza hususunda tafsilat birazdan verilecektir)

Deniz av hayvanı, doğumu denizde olan hayvandır. Bu hayvan ister devamlı denizde yaşasın isterse karada ve denizde yaşasın farketmez. Doğumu denizde oldu mu o, deniz av hayvanı sayılır. Aynı şekilde kara av hayvanı da karada doğan av hayvanıdır. Doğduktan sonra devamlı olarak karada yaşamasıyla karada ve denizde yaşayan arasında fark yoktur. Bunlar kara av hayvanıdırlar. Deniz av hayvanını avlamak ihramlı için de ihramsız için de caizdir, helaldir. Avlanan bu hayvanın eti yenen olmasıyla olmaması müsavidir. Çünkü Allâh-u Te'âlâ şöyle buyuruyor:

اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا

"Deniz avı avlamak ve onu yemek, kendinize de müsafire de fayda olmak üzere sizin için helel kılındı. İhramlı bulunduğunuz zaman ise kara avı haram kılındı." (Maide, 96)

İhramlı bir kimsenin kara av hayvanını öldürmesinin cezası, o hayvanın kıymeti (değeri)'dir. Bu değerlendirmeye av değerlendirmede tecrübe sahibi olan iki adil kişi yapar. Çünkü Allâh-u Te'âlâ şöyle buyuruyor:

فَجَزَاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ

"İçinizden iki adil kimsenin hükmedeceği ihramlının öldürdüğü hayvanın değeri kadar ceza." (Maide, 95)

Öldürülen av hayvanını değerlendirilirken öldürüldüğü yer ve zaman dikkate alınır. Çünkü bunların değerde tesiri vardır. Av hayvanlarının satılmadığı bir yerde öldürülürse, değerlendirmede oraya en yakın av hayvanı satılan yer itibara alınır.

Av hayvanını öldüren ihramlının bunu kasden veya unutarak veya hata ederek yapması yahut ilk defa yapan veya bir defa yaptıktan sonra tekrar yapan olması eşittir. Hüküm değişmez.

İhramlının öldürdüğü, işaret ettiği, yerini gösterdiği veya öldürmeye yardım ettiği kara av hayvanının değerini ödemesine hükmedilince, o serbesttir. Eğer bu değer deve, sığır veya koyun gibi bir hayvanın fiyatına ulaşıyorsa bir kurban alır. Ve Mekke'de keser. İsterse bu miktar parayla buğday, arpa, hurma gibi yiyecek satın alır ve her fakire yarım sa' buğday yahut bir sa' hurma veya arpa yerine bir gün oruç tutar. Bu buğdaydan yarım sa'dan az bir miktar artarsa onu ya tasadduk eder ya da onu yerine bir tam gün oruç tutar.

Av hayvanı öldürmenin cezası olarak kurban kesecek olursa, Harem'de kesmesi ve etini fakirlere dağıtması vaciptir. Eğer ceza olarak buğday vermeyi ve orucu tercih ederse, dilediği herhangi bir yerde bunu yerine getirebilir. Harem'de olması şart değildir. Eğer bu ceza kurbanını "hill" bölgesinden herhangi bir yerde keserse, hedy (Haremde kesilmesi gereken kurban) yerine geçmez. Eğer bu kurbanın etini her bir fakire buğdaydan yarım sa'(1900 gr) olmak üzere fakirlere tasadduk ederse buğday yerini tutar. Tabii ki kesilen bu kurban ceza olarak verilen buğdayın kıymetine ulaştığı zamandadır. Eğer buğdayın kıymetine ulaşmazsa, kalan kısım buğdaydan tamamlanır. Kurban kesimi Harem'de yapılmışken kesimden sonra kurbanın eti çalınsa, onun üzerine bedeli vacip olmaz. Eğer kesim Harem'in dışında olmuşsa etin bedeli üzerine vacip olur.

İhramlı bir kimse Harem'de ki bir hayvanını öldürse, Harem dışındaki ihramlı olan kişiye ceza olarak ne vacipse, ona da, o vaciptir. Av hayvanını öldürme Harem'de oldu diye başka herhangi bir şey vacip olmaz. "Nihaye" isimli eserde de böyledir.

İhramsız olan bir kimse Harem'de ki bir av hayvanını öldürürse onun hükmü geride zikrettiğimizdir. Şu kadar var ki ihramsız hakkında ceza olarak oruç caiz olmaz.

Kıran haccı yapan bir av hayvanını öldürdüğü zaman, ona iki ceza vacip olur. "Tahavi Şerhi"nde de böyledir.

Av hayvanlarından yırtıcı olanlar gibi eti yenmeyen bir hayvanı öldürürse, üzerine ceza vaciptir. Bu av hayvanının kıymetiyle bir koyun aşılmaz.

Yırtıcı bir hayvan ihramlı olan bir kimseye saldırsa, o da onu öldürse hiçbir ceza vacip olmaz. Av hayvanı saldırsa da hüküm aynıdır.

İhramlı bir kimse bir av hayvanını yaralarsa bakılır; eğer bu yaradan dolayı hayvan ölürse, onun kıymetini öder. Eğer o yaradan beri olur ve onun hiçbir eseri (izi) kalmazsa, hiç bir şey ödemez. Eğer eseri kalırsa, hayvanın kıymetinden noksan ettiği miktarı öder. Av hayvanını yaralayan bu ihramlı hayvanın öldüğünü veya yaradan beri olduğunu bilmezse, (istihsana) göre hayvanın kıymetinin tamamı ona ceza olarak lazım gelir.

Av hayvanını yaraladıktan sonra onu ölmüş olarak bulursa ve bu hayvanın başka bir sebepten öldüğünü bilirse, sadece yaralamayı tazmin eder. (Yani yaralaması sebebiyle bu hayvanda meydana gelen değer kaybı ne miktarda ise onu öder. Şöyle ki, bu hayvan yaralanmadan önce mesela elli dirhem yapıyor, yaralandıktan sonra otuz dirhem yapıyorsa, aradaki fark bahsettiğimiz değer kaybıdır. Onu öder.)

Bir av hayvanını yaralasa veya kılını yolsa veya bir uzvunu kesse, noksanı (bu hayvanda meydana gelen kaybını) öder.

Bir kuşun tüylerini yolsa veya av hayvanının ayaklarını kesse, bu yüzden hayvan kendini koruyamayacak hale gelse, bu hayvanın tam kıymeti üzerine vacip olur.

İhramlı bir kimse av hayvanının yumurtalarından bir yumurta kırsa, bakılır; eğer yumurta bozuk ise üzerine bir şey vacip olmaz. Sağlam ise yumurtanın kıymetini öder.

Bir av hayvanını yaralasa ve keffaretini (cezasını) verse, sonra bu hayvanı öldürse başka bir keffaret verir. Şayet yaralamadan sonra keffaret vermeden onu öldürürse, öldürmesi sebebiyle bir keffaret (ceza) yaralaması sebebiyle de noksan ona lazım gelir.

Av hayvanını kendini koruyacak durumdan çıkardıktan onu öldürecek olursa, başka bir ceza ona vacip olur mu? "Veciz"de şöyle demiştir: Öldürme cezayı ödemeden önce olursa başka bir ceza vacip olmaz. Sadece öldürme cezası vardır.

İhramsız bir kimse Harem'in av hayvanı "av hayvanı olmaktan çıkarmayacak şekilde" yaralasa, sonra başka bir ihramsız bu hayvanı aynı şekilde yaralasa ve hayvan bu iki yaralamadan dolayı ölse, birinci yaralayan "ceza olarak" bu hayvan sağlam iken yaralamasının noksan ettiği miktarı öder. İkinci yaralayan bu hayvan yaralı iken yaralamasının noksan ettiği miktarı öder.

İhramlı iki kişi "hill" veya "harem" bölgesindeki bir av hayvanını öldürdükleri zaman, her biri üzerine tam bir ceza vardır. Aynı şekilde ihramlı on kişi bir av hayvanını öldürmede müşterek olsalar her biri üzerine tam bir ceza vardır. "Tahavi" şerhinde de böyledir. Şayet ihramlının av hayvanını öldürmedeki ortağı çocuk veya kafir olursa çocuk ve kafir üzerine hiçbir şey vacip olmaz, ihramlıya ise tam bir ceza vacip olur.

İhramsız iki kişi "Harem"'deki bir av hayvanını bir vuruşla öldürseler her biri üzerine bu hayvanın kıymetinin yarısı vacip olur. Aynı şekilde bu hayvanı bir cemaat öldürse kıymeti hepsine eşit olarak ödettirilir. Bu av hayvanına iki ihramsızdan önce biri sonra diğeri vursa her biri üzerine vurmasının noksan ettiği değer öder. Sonra bu iki kişiden her biri üzerine, iki vuruşla dövülmüş olan bu hayvanın kıymetinin yarısı vacip olur. İhramsız bir kimse "Harem"deki bir av hayvanını avlasa, bu av hayvanı elinde iken başka bir ihramsız onu öldürse her biri üzerine tam bir ceza vacip olur. Av hayvanını yakalayan ceza olarak ödediği miktarı, onu öldürenden alır. "Feteva-ı Kadıhan"da da böyledir.

İhramsız biri ile "kıran" haccı yapan biri "Harem"deki bir av hayvanını öldürseler ihramsız olana cezanın yarısı vacip olur, "kıran" haccı yapana ise iki ceza vacip olur.

İhramsız, "ifrad" haccı yapan ve "kıran" haccı yapan üç kişi "Harem" deki bir av hayvanını öldürmede müşterek olsalar, ihramsız olana cezanın üçte biri, "ifrad" haccı yapana tam bir ceza, "kıran" haccı yapana da iki ceza vacip olur.

Umre ihramına giren bir kimse bir av hayvanını öldürmeyecek şekilde yaralasa, sonra ümresine haccı katsa, sonra bu av hayvanını yine yaralasa ve hayvan bu iki yaralamadan dolayı ölse, umre için ölen bu av hayvanının sağlam haldeki kıymetini, hac için ise birinci yara ile bulunduğu haldeki kıymetini ceza olarak öder. Şayet ümre ihramından çıkar sonra hac ihramına girer sonra da bu hayvanı ikinci defa yaralarsa, umre için ikinci yara kendisinde bulunduğu haldeki kıymetini, hac için ise birinci yara kendisinde bulunduğu haldeki kıymetini öder. Şayet umre ihramından çıktığında hac ve umre (kıran haccı) ihramına girse sonra avı yaralasa ve av hayvanı ölse umre için, ikinci yara kendisinde bulunduğu haldeki kıymetini, kıran için birinci, yara kendisinde bulunduğu haldeki kıymetini öder. Şayet birinci yaralama, av hayvanının elini kesmek gibi bir uzvu helak edici bir yaralama olur. Meselede bu şekliyle bulunursa, birinci için sağlam haldeki kıymetini, kıran için ise birinci yara kendisinde bulunduğu haldeki iki kıymeti öder.

Sadece umre ihramına giren kimse bir av hayvanını yaralasa, onu ihramsız bir kimse de yaralasa sonra sadece umre ihramına giren umresine haccı da katsa ve bu hayvanı yine yaralasa, hayvan da bütün bu yaralamalardan dolayı ölse, ihramlı olan umre için ihramsız olanın yarası kendisinde bulunduğu haldeki kıymetini, hac için iki yara kendisinde bulunduğu haldeki kıymetini öder. İhramsız ise, birinci yara kendisinde bulunduğu halde onu yaralamasının onda meydana getirdiği noksanı(değer kaybını) ve üç yara kendisinde bulunduğu haldeki kıymetinin yarısını öder.

Öldüren av hayvanının birden fazla olmasıyla ceza da birden fazla olur, artar. Ancak bununla ihramdan çıkmayı, ihramı terketmeyi kasdederse ceza artmaz.

İhramlı bir kimse ihramdan çıkmayı, onu terketmeyi kasdederek çok av hayvanını öldürse, bunların tamamı için bir "dem" gerekir. Çünkü bu kişi ihrama karşı suç işlemeyi değil ihramdan çıkmayı kasdetmiştir. İhramdan çıkmaya acele etmek bir "dem"i gerektirir.

Av hayvanını öldürmeye sebebiyet verirse bakılır; eğer sebebiyet vermede haddi aşan ise öder. Değilse ödemez.

Bir yere bir ağ diker de ona bir av hayvanı yakalanır ve ölürse veya su için kazmış olduğu bir kuyuya av hayvanı düşüp ölürse üzerine hiçbir şey vacip olmaz.

İhramlı bir kimse, ihramlı veya ihramsız birine av hayvanı öldürme veya yaralamaya yönelik yardımda bulunsa, ceza öder.

İhramlı olana av hayvanını öldürmek haram(yasak) olduğu gibi ona delalet etmek (av hayvanının nerede olduğunu bildirmek) de yasaktır. İhramlı av hayvanını öldürdüğü zaman hangi ceza veriliyorsa, onu delalet ettiği zaman da aynı ceza verilir.

Cezayı gerektiren "delalet" ne şekilde olur.

a) Delalet edilen kişi av hayvanının nerede olduğunu bilmemeli.

b) Delalet edilen delalet edeni delaletinde tasdik etmeli. Hatta onu yalanlasa, başka birini doğrulasa yalanlanan üzerine bir ceza olmaz.

c) Delalet edilen av hayvanını ölünceye kadar delalet edenin ihramda kalması gerekir. Şayet delalet eden, "delalet edilen av hayvanını öldürmeden" ihramdan çıkarsa, üzerine hiçbir şey vacip olmaz.

d) Delalet olunanın av hayvanını yerinden süratle ayrılmadan önce alması gerekir. Hatta av hayvanı yerinden süratle ayrılır, sonra onu alıp öldürse delalet edene hiçbir ceza gerekmez.

İhramlı bir kimse başka bir ihramlıyı av hayvanına yönlendirse her birine tam ceza gerekir.

İhramlı bir kimse ihramsız birini av hayvanı öldürmeye yönlendirse o da onu öldürse delalet eden (yönlendiren) üzerine, bu hayvanın kıymeti vacip olur. İhramsız üzerine hiçbir şey vacip olmaz.

İhramsız biri ihramlı veya ihramsız birini "Harem"in avına yönlendirse yönlendiren üzerine hiçbir şey vacip olmaz. Av hayvanını öldürene ceza vacip olur.

Bir kimse av hayvanına işaret etse, işaret edilen işaret olmaksızın av hayvanını görüyor veya onu biliyorsa işaret eden üzerine hiçbir ceza yoktur. Şu kadar varki bu, mekruhtur.

İhramlı bir kimse başka bir ihramlıya av hayvanını öldürmesini emretse ve onu bu hayvana yönlendirse (delalet etse) ikinci ihramlı (yani emir alan) da üçüncü bir ihramlıya bu av hayvanı öldürmesini emretse, o da bu hayvanı öldürse, bu üç kişiden her biri üzerine tam bir ceza vacip olur.

İhramlı biri başka bir ihramlıya av hayvanını haber verse fakat o, bu hayvanı görmese o kadar ki başka bir ihramlı bu av hayvanını ona haber verse, haber verilen ihramlı birinci haber verene ne tasdik etse ne de yalanlasa sonra av hayvanını talep etse ve onu bulup öldürse, her biri üzerine ceza vacip olur.

Üç ihramlıdan biri diğrerini ötekine gönderirken şöyle dese: Falancı sana, burada av hayvanı olduğu söylüyor. O da gidip av hayvanını bulsa ve öldürse, elçi, gönderen ve öldüren bu üçünden her biri üzerine öldürülen av hayvanının kıymeti (değeri) vacip olur.

Eğer elçinin göderildiği ihramlı av hayvanını görüyor veya onu biliyorsa öldüren dışındaki iki ihramlı üzerine hiçbir şey vacip olmaz. Öldürene ise ceza vardır.

İhramlı biri av hayvanına işaret etse ve adama yuvasından onu al dese, işaret olunan kişi bir av hayvanını görerek yerinden ayrılsa gördüğü av hayvanını ve yuvadaki başka bir av hayvanını alsa, emredenin cezası emrettiği hayvan hakkındadır. Diğer hayvan için üzerine bir ceza yoktur.

İhramlı bir kimse bir yerde ancak ok atarak avlayabileceği bir av hayvanını görse, başka bir ihramlı ona ok ve yay verse, o da bu hayvanı ok atarak öldürse her biri üzerine bir ceza vardır.

İhramsız bir kimse bir av hayvanına isabet etse ve onu eliyle yakalasa sonra elinde iken ihrama girse, onu salıvermesi vacip olur. Eğer onu salıvermez de elinde helak olursa, onu öder. Elinden salıvermekle milkiyeti zail olmaz. (ondan ayrılmaz) Hatta onu salıverse ve bir insan onu yakalasa, ihramdan çıktığı zaman onu geri alır. Eğer av hayvanı bir kafeste veya evinde olursa onu salıvermesi vacip değildir.

İhramsız bir kimse "hill"deki bir av hayvanına ok atsa, bu esnada av hayvanı "Harem"e girse ve ok "Harem"de ona isabet etse, bir ceza gerekmez. "Harem"de bir köpeği kurt üzerine salsa, köpek kurda değil de bir av hayvanına isabet etse veya kurt için bir ağ dikse, ağa kurt değilde bir av hayvanı takılsa üzerine hiçbir ceza gerekmez.

Mekke'nin "Harem"i sınırları çerisinde bulunan bitkilere zarar vermek:

Harem'in sınırları içerisindeki bitki, ya adeten insanların dikip yetiştirdiği bitki türü değildir, ya da adeten insanların dikip yetiştirdiği bitki türüdür. Eğer "adeten insanların yetiştirmediği bir bitki" olursa ve bu yaş halde bulunursa, onun kesilmesi ve sökülmesi yasaktır. Bu yasak ihramlı için geçerli olduğu gibi ihramsız için de geçerlidir. Yeşil ot ve yeşil ağaç(yani kurumamış) gibi. Ancak zaruretin olduğu Mekke samanı da denen izhir otu bu hükümden istisna edilmiştir. Kesilmesi ve sökülmesi yasak olan bitkileri ihramlı veya ihramsız kestiği ya da söktüğü zaman kıymetini Allâh için ödemesi vaciptir. Buna delil Allâh-u Te'âlâ'nın şu kavri kerimidir:

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا

"Görmediler mi ki biz emin bir Harem kıldık."

Allâh-u Te'âlâ bu ayet-i kerimesinde bizlere "Harem"i mutlak olarak emin kıldığını haber veriyor. O halde bizim ayetin mutlak oluşuyla amel etmemiz gerekir. Bu mutlak emniyetin kapsamında bahis konumuz olan bitkiler de vardır. Bu yüzden yukarıda ifade ettiğimiz özelliği taşıyan "Harem"in bitkisini kesmek veya koparmak yasaktır. İhramlı ve ihramsız bunda eşittir. Çünkü naslar (ayet ve hadisler) bu hususta ayırım yapmamıştır. Ayrıca bu tür bitkinin kesilmesi veya koparılmasının haram oluşu "Harem"den dolayıdır. Kopardığı veya kestiği bitkinin kıymeti vacip olunca, "Harem" avının cezasının yoludur. Şöyle ki: Dilerse bu kıymet ile buğday satın alır, her fakire yarım sa' buğday olmak üzere bu buğdayı fakirlere tasadduk eder. Dilerse bu kıymetle hedy (Harem'de kesilecek bir kurbanlık hayvan) satın alır. Onu "Harem"de keser. Tabii ki bunu kestiği veya kopardığı bitkinin kıymeti "hedy"e ulaşıyorsa yapar. Bitki kesme veya koparmanın cezası oruç olmaz.

Kestiği veya kopardığı bu tür bitkinin cezası olarak kıymetini anlattığımız şekilde yerine getirdikten sonra onun, kesilen veya koparılan bitkiden faydalanması mekruhtur. Çünkü bu bitkiye pis bir yolla ulaşmıştır. Ayrıca "Harem"in bu tür bitkilerinden faydalanmak "Harem"in bitkilerini sökmeye yol açar. Çünkü bu bitkilerden birine ihtiyacı olduğu zaman onu söker veya keser ve kıymetini öder. Halbuki buradaki cezadan ana gaye özellikle o bölgenin yeşilini korumak ve dünyanın dört bir yanından hac veya umre için gelen müslümanlara kendi yaşadıkları bölgelerde de yeşili koruma alışkanlığını sağlamaktır. Eğer cezasını ödediği bu bitkiyi satarsa, satışı caizdir. Ancak aldığı parayı tasadduk etmesi gerekir. Çünkü bu para pis bir sebeple ele geçen bir paradır.

Mekke'nin "Harem" bölgesindeki kuru ağacı kesmek veya sökmekte bir beis yoktur. Onunla faydalabilir. Kuru ot da böyledir. Çünkü bu bitki ölmüştür. Artık büyümeyecektir.

Eğer "Harem" bölgesindeki bitki adeten insanların yetiştirdiği ekinler ve ağaçlardan olursa onu kesmek ve sökmekte bir beis yoktur. Çünkü ümmet bunun üzerine icma etmiştir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zamanından günümüze kadar "Harem" bölgesinde ekin ekilmekte ve biçilmektedir, bunu hiç kimse çirkin görmemiştir.

Aynı şekilde adeten insanların yetiştirmediği bir bitkiyi bir kimse yetiştirecek olursa "umm-i gaulan ve erak ağacı" gibi bu ağaç "Harem" ağacından olmaz. Adeten insanların yetiştirdiği ağaçlardan sayılır ve kesilmesi veya sökülmesi durumunda bir ceza gerekmez.

Bir ağaç ki, kökü "Harem"de dalları ise "hill" de olursa, bu ağaç "Harem" ağacı sayılır. Eğer kökü "hill"de dalları "Harem"de olursa "hill" bölgesinin ağacı sayılır. Bu hususta itibar kök edilir, dallara değil. Eğer ağacın kökünün bir kısmı "Harem"de bir kısmı "hill"de olursa "Harem" ağacı sayılır. Çünkü mubah ile yasak toplandığı zaman ihtiyaten yasak mubaha tercih edilir.

Ebû Hanîfe (Rahimehullâh) "Harem"in taşı ve toprağını "hill" bölgesine çıkarmakta bir beis yoktur, demiştir. Çünkü insanlar Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zamanından günümüze kadar (topraktan yapılan) tencereleri "Mekke"den çıkardılar ve bunu çirkin sayan da olmadı. Ayrıca taş ve toprağı "Harem"de kullanarak helak etmek caizdir. O halde onu "hill" bölgesine çıkarmak da caizdir. İbn-i Abbas ve İbn-i Ömer (Radıyallâhu Anhuma)'den bunun mekruh olduğu rivayet edilmiştir.

Sonra... İhramlının, ihram ve Harem yasaklarından kaçınması vaciptir. Bu yasakları yaptığı zaman eğer şer'i hükümlerle muhatap ise hükümleri sabit olur. Yani yasakların cezaları öder. Bu yasakları yapan "akıllı çocuk" gibi şer'i hükümlerle muhatap olmayan biri olursa, hükümler sabit ve vacip olmaz. Hatta "akıllı çocuk" ihram ve Harem yasaklarından birini yapsa, üzerine hiç bir ceza vacip olmaz. Velisine de hiç bir ceza vacip olmaz. Çünkü ihram ve "Harem" sebebiyle olan yasak Allâh (Celle Celâluhû)'ın hakkı olarak sabit olur. Çocuk ise Allâh (Celle Celâluhû)'ın haklarıyla hesaba çekilmez. Sorumlu tutulmaz. Fakat velinin çocuğunu ihramlı kimselerin kazandığı şeylerden sakındırması gerekir. Tıpkı ona namazı emrettiği gibi.

CİMA (CİNSEL İLİŞKİ)

İhramlı olan bir kimsenin cinsel ilişkide bulunması, cinsel ilişkinin başlangıcı demek olan öpme, şehvetle dokunma ve cinsi organ dışındaki başka bir noktadan cinsi ilişkide bulunmak haramdır. (yasaktır) Çünkü Allâh-u Te'âlâ buyuruyor:

اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّ

"Hac bilinen aylardır. O aylarda hacca girişen kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, sövüşmek, döğüşmek yoktur." (Bakara, 197)

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

مَنْ حَجَّ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ خَرَجَ مِنْ ذُنُوبِهِ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ اُمُّهُ

"Kim ki hac yapar ve çirkinliklerden, kötülüklerden kaçınırsa anasından doğduğu gibi günahlarından arınır." (Buhari, Müslim)

Hz. Aişe (Radıyallâhu Anha) ihramlıya hanımından helal olan şey soruldu. Şöyle cevap verdi:

يَحْرُمُ عَلَيْهِ كُلُّ شَيْءٍ اِلاَّ الْكَلاَمَ

"İhramlıya (hanımından) herşey haramdır. Ancak konuşmak (helaldir)" (Bedayi)

İhramlı bir kimse hanımına cinsi organ dışında bir noktadan ilişkide bulunsa (meni gelsin veya gelmesin) veya onu şehvetle öpse yahut da çıplak halde vücut temasında bulunsa, ceza olarak kurban kesmesi gerekir. Bu fiillerle haccı fasit olmaz. Haccın bozulmaması şu sebepledir: Haccın bozulması birazdan ifade edeceğimiz gibi cinsi organa ilişkide bulunmaya taaluk eden bir hükümdür. "dem" bir koyun kurban etmenin vacip olması tam maksud bir faydalanma bulunduğundan dolayıdır. İbn-i Ömer (Radıyallâhu Anh)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

اِذَا بَاشَرَ الْمُحْرِمُ اِمْرَأَتَهُ فَعَلَيْهِ دَمٌ

"İhramlı bir kimse çıplak halde hanımına vücut temasında bulunursa dem ona vaciptir." (Bedayi)

Bunun aksi, başkasından rivayet edilmemiştir. Hatırlayarak veya unutarak yapması farketmaz.

İhramlı bir kimse hanımının avretine baksa ve meni getirse üzerine birşey vacip olmaz. Şehvetle dokunmak buna aykırıdır. Çünkü meni getirsin veya getirmesin bu, "dem" gerektirir. Bakmakla dokunmak arasında ki fark şudur: Dokunmak kadından faydalanmak ve şehveti gidermektir. O halde bu tam bir faydalanmadır. Bakmak ise faydalanma ve şehveti giderme kabilinden değildir. Bilakis o, kalbe şehvet ekmeye sebebtir. İhramlı olan, şehvet eken şeyden menedilmiş değildir. Yemek gibi (yani yemekte kalbe şehveti eker, ama ihramlı ondan menedilmiş değildir. ) "Cami'us-Sagir" isimli eserde şöyle zikredilmiştir: İhramlı kimse şehvetle dokunup meni getirirse, ona "dem" vacip olur. Burada ki "meni getirse" sözü şart olma yolu üzere değildir. Çünkü "Asl" isimli eserde zikredilmiştir ki, meni getirsin veya getirmesin "dem" ona vacip olur.

İhramın yasaklarından buraya kadar yazdıklarımızdan hiç biri haccı bozmaz. Sadece cezayı gerektirir. Bu cezaların ne olduğunu geride beyan ettik. Şimdi, ihramlıya yasak olup haccı bozan şeyden bahsedeceğiz.

Соседние файлы в предмете [НЕСОРТИРОВАННОЕ]